“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 35) “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.” (Kehf,7)
Doğum ve ölüm arasında yaşanan hayatın her anı birilerinin bir tür sınanmasıdır. Rabbimiz, her insanı nevi şahsına münhasır kılmıştır. Her nefse farklı nimetler, yetenekler vermiş, her bir insana da farklı imkanlar lütfetmiştir. Ancak Rabbimiz insanları onlara verdiği nimet, yetenek ve imkan dahilinde denemektedir.
Yaşamakta olduğumuz hayat yolculugunda hepimiz ama dertle ama sevincle, bir sekilde imtihana tabi tutulmaktayiz. Ancak hepimizin imtihanı ve imkanları ayni olmayabilir. Önemli olan; imtihanın farkında olmamiz ve imkanlarımizi hayra dönüştürerek kullanmamizdir.
Bu bağlamda dünya üzerinde yaşayıp da imtihanı ve dolayısıyla da derdi veya sevinci olmayan insan var mıdır? Her insanın kendine göre dert edindiği hallolması gerektiğini düşündüğü sıkıntıları gidermede mutlaka imkanları/imkansızlıkları elbette vardır. Derdi kalibresi ölçeğinde çözmeye çalışanlar açısından dert fazla sorun teşkil etmemektedir. Çünkü bu boyutu göz önünde bulunduranlar sorunu aşabilir, ortadan kaldırabilir. Hele bir de sorunu aşmada birden fazla imkana sahip ise iş daha da kolay olacaktır! Düz mantıkla bakıldığında çözümü çok kolay gibi gözüken imkanla sorun çözmek, reel hayatta hiç de öyle olmamaktadır. Ahireti uzak görenler, sahip olunan imkanları seferber etmek/harcamak/tasarrufta bulunmak öyle kolay iş değildir. İnsan hesap yapan varlıktır, hesabın sonucu itibariyle bir şeylerin eksildiğini, elden çıktığını görmek, geri dönüşünün olmayacağı zannına kapılmak, var olan imkanı kullanmada önü kesilmekte, bir çok çelmeler takılmakta, amaların, neden ve niyelerin arkası kesilmemekte, kolay olan zorlaşmakta ve tıkanılmaktadır.
İmtihanın farkında olanlar imkanlarını sonuna kadar kullanırlar. İlk Kur’an neslinin güzel örnekliği bunun kanıtıdır; onlar Allah’ın dinini hakim kılmada varını yoğunu feda ederken hesap yapmıyorlardı. (yapanlar zaten kaybedenlerdi) ‘Geriye ne bıraktın?’ denildiğinde ‘Allah ve rasulünü bıraktım’ diyorlardı. Onlar yanlarında bulunan şeyin, kendilerinin olmadığının, onların emanetçisi olduklarının bilincine varmışlardı. Onun için sahibi istediğinde emaneti sahibine tereddüt etmeden teslim ediyor ve emanete hıyanet etmiyorlardı. Emaneti sahiplenmemenin bir göstergesiydi sahibi istediğinde verebilmek, çünkü sahibinin istemediği şekilde tasarrufta bulunmanın münafıklık olduğunu biliyorlardı. Ve onlar biliyorlardı ki; nimete şükür nimet cinsinden olur. Gerek görüldüğünde gereği kadar imkanlar kullanılıyordu, hicrette olduğu gibi; Mekke’den Medine’ye gelen kardeşlerine, evini, işini ve bahçesini ikiye bölüp ‘bunun yarısı senindir’ demeleri bunun göstergesidir…
Biz Müslimler şunu bilmeliyiz ki; bulunduğumuz her hal ve konumumuz (yokluk, varlık, makam, mevki, hastalık, sıhhat…) bir imtihandır. (Mülk, 2. Zümer, 49. Tekasür, 8) Bazen yokluklar karşısında Yakup gibi belalara güzel bir şekilde sabır ederiz (Yusuf,86), bazen de Süleyman gibi yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir hükümranlık karşısında sınanır hamd ederiz, (Sad, 32,35), ya da Karun veya şeytan gibi ben diyerek, kaybederiz ( Araf, 12. Kasas, 76), ya da Yusuf gibi önümüze serilen dünyalıklara “ Onların bana teklif ettiği şeyden zindan daha hayırlıdır” (Yusuf,33) deriz de kazananlardan oluruz.
Dünyalık her kazanç kayıp etmek olabileceği gibi, kayıptan da kazanç çıkabilir. “Bizlerin hayır zannettigimizde şer, şer zannettigimizde de hayır olabilir.”(Bakara, 216) Çünkü biz bu dünyada her bir şeyden hesaba çekileceğimize ianlardanız. Bunları bilmeyenimiz de yok gibidir. Amma velakin hali pür melalimize baktığımızda; Allah’ın emri olan dini ila etmede sanki ahiret yok gibi yaşıyor, imkanlarımızı kullanmada, ağırdan alıyor, savsaklıyor, kenar geziyor, duygusuz ve duyarsız bir şekilde bilmezlikten geliyor gibi görünüyoruz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da aslında çok şey biliyoruz ama az şey yapıyoruz. Bilgiyi eyleme geçirmiyor, gargara yapıyor yutmuyoruz, yutmadığımız için de ete kemiğe bürünmüyor, bize yük olmaktan başka bir işe yaramıyor (Cuma, 5). Faydasız yükün verdiği metal yorgunluğu da yanımıza kar kalıyor. Onun içindir ki arpa boyu yol alamıyor, olunması gereken yerde olamıyoruz. İhtiraslarımız , kibrimiz, öfkemiz, garazımız, benciliğimiz, egomuz… olması gerekene engel oluyor.
Doğru fikrin etrafında organize bir topluluk olmadığımız sürece, bu topluluk da bulunan her bireyin üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmediği müddetçe de bilelim ki; ‘Serada gül yetiştirmek ile doğaya bahar gelmeyeceği gibi, bireysel olanı toplumsal kılmadıkça da ümmet olup ayağa kalkmamız mümkün değildir. Kendisini bu aileye mensup sayan her fert, elinde bulunan İslam’ın surlarına ait olan taşı surdaki yerine koyması gerekiyor ki, bu kalenin surlarını yeniden yapmış olalım. Böylece İslam’ın her ferdinin haremi ismetine uzanan küfrün eli, bu ümmetin üzerinden çekilsin. Değerlerimizi talan edemesin. Kardeşi kardeşe kırdıramasın.’ (H. Bülbül. İktibas Çizgisi. Sayı 466)
Allah’ın bize bahşettiği o kadar çok imkanlara sahibiz ki, bundan beş on yıl öncesine dönüp bakarsak ne tür imkan ve imkansızlıklar vardı bu imkanları salim aklımızıla kullanmadığımızdan imkanlar içerisinde imtihanları kaybediyoruz. Kibrimiz, feragatte bulunmayı engelliyor, tevazu göstermiyor, fedakar olamıyor, faziletten nasipsiz, ferasetsiz oluşumuz bizi güdükleştiriyor. Herkes kendisini en iyi bilir; Allah’ın bizlere bahşettiği zamanı ne kadar doğru kullanıyor, bildiklerini ne kadar paylaşıyor, malını-mülkünü nerede ve nasıl harciyoruz…Bunun için adres göstermeye gerek yok hepimiz aynanın karşısına geçip kendimize şunu sormalı; ‘ben bu sahip olduğum imkanların hesabı bana sorulduğunda gönül rahatlığı ile hesabını verebilir miyim? diye sormaliyiz’ Eğer bunun hesabını verebiliyorsak, ne mutlu bize.
Bizlerin sorumluluğunun farkında olan şahsiyetli bireylere ihtiyacımız var.
Gecmişte imkanlar son derece kısıtlıydı, var olan imkandan da fedakarca faydalanılır azimle mücadele edilirdi. Bugün çok büyük imkanlarımız olmasına ragmen onları kullanmada fedakar değiliz, yoksa bizler de mi sekülerleştik? Bu yozlaşmadan ve yok olmadan bir an evvel kurtulup kendi öz benliğimize dönmek zorundayız aksi takdirde imtihanı kaybedenlerden olacağız. Kur’an, sunulan imkanlardan faydalanmanın rehberidir. Bu kutlu davanın yolcularına düşen bu rehber dogrultusunda bıkmadan, usanmadan taşınan sorumluluk ugrunda gayret göstermektir. Gayret bizden, nusret ve inayet Allah’tandır…
|