SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 3 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Haydar ÖZTÜRK
 
 
 
Makale Tarihi :  1.09.2022
Beyin Yıkama Araçları

Gerçek dini karizma bizatihi mesajı ve misyonuyla insanları etkilerken, üretilmiş karizma, mitsel anlatılar ve abartılı tasvirlerle insanları tesir altına almaktadır. Üretilmiş karizma çeşitli dinî kavramların araçsallaştırılmasıyla ortaya çıkarılmaktadır.

Bir cemaat veya tarikata intisap etmenin, kurtarıcı bir Allah dostuna bağlanmanın şart olduğu anlayışı empoze edildikten sonra aslında birey büyük oranda dışarıdan yöneltilecek telkinlere açık hale gelmiş demektir. Bundan sonraki aşama ise itaatin mahiyetini tarif ve şartlarını tayin sürecidir.

Tasavvuf literatüründe şeyh-mürit ilişkisini tarif eden ifade “Mürid mürşidinin elinde gassalın elindeki ceset gibi olmalıdır” sözüdür. Mürşit hiçbir konuda eleştirilmemeli, kendisine muhalefet aklen dahi olsa düşünülmemeli; Kur’an’a aykırı dahi görülen hususlarda mutlak surette bir hikmet aranmalı; gerekirse halk, arkadaş ve aile dahil ilişkiyi kesip sadece mürşide bağlanmalı, şeklindeki ifadeler irade ve düşüncenin nasıl felç edildiğini anlatmaktadır.

Cemaat ve tarikatlarda bazı Kur’anî kavramlar saptırılıp içleri kendi hevalarına göre doldurularak veya yeni kavramlar ihdas ederek kitlelerin beyinlerini yıkamak için kullanılmaktadır. Bunlar; veli, şefaat ve keşf-ilhamdır.

1.Velayet: Seçilmiş Kişi

Araçsallaştırılıp beyin yıkamak için kullanılan kavramlardan biri seçilmişlik doktrini olarak ifade edilen velayet (veli) kavramıdır. Kitlelerin, dini liderlerine mutlak itaat göstermesi ancak kendilerinde bulunmayan bazı özel niteliklerin söz konusu şahıslarda bulunduğuna inan(dırıl)masıyla mümkün olmaktadır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifelerin dini ve siyasi bir otoritelerinden bahsedilebilirse de onlara itaat hiçbir zaman sorgulanamaz nitelikte değildi. Onlara gösterilen bağlılık Kur’an ve onun Hz. Peygamber tarafından uygulanmasıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla Halifelere koşulsuz bir itaat kültüründen bahsetmek mümkün değildir. Hz. Ömer’in halife seçilmesinin hemen ardından yaptığı konuşmada “Eğer yanlışa düşersem ne yaparsınız” sorusuna karşılık insanların “seni kılıçlarımızla düzeltiriz” şeklindeki cevabı ona yüklenen dini karizmanın koşullu olduğunu gösteren bir örnektir. Ne var ki ilk kurucu neslin ortaya koyduğu bu anlayışın sonraki dönemlerde farklı tesirlerin etkisiyle yüz seksen derece bir dönüşüme uğradığı görülmektedir. Yani koşulsuz, mutlak itaat. .

Lafız olarak, ‘yakın, muhip, dost, yardımcı efendi, köle’ gibi birçok manaya gelen velî veya çoğul şekliyle ‘evliya’ en genel tanımlamayla ‘velayet’, aslında bir Kur’an kavramıdır (İbn Manzûr, 1990, 405). Kur’an’daki bütün kullanımlarında bu ilk basit sözlük anlamının dışına çıkılmadığı görülmektedir. Fakat bu mana ilk önce Şiî zümrelerin, ardından sufî yorumcuların elinde garip bir değişime uğramış ve kelime manasının sınırlarını da aşarak yeni haliyle sünni literatüre de yerleşmiştir. Dolayısıyla veli, yakınlık, nusret, himaye gibi Allah’ın bütün muttaki ve yakın kullarına şamil olan Kur’anî anlamından özel şartları ve hususiyetleri olan belirli bir zümreye yardım ve himaye anlamına dönüşmüştür. Böylece velayet bütün Müslümanların umumi hakkı iken Hz. Peygamber’den Hz. Ali’ye sonra ehl-i beyt vasıtasıyla özel seçkinler grubuna intikal eden nebevî bir miras haline getirilmiştir.

Burada kilit kavram tayindir yani imamların müminlerin işlerini yürütmek üzere Allah tarafından seçilmiş olmasıdır. Şia’nın tarihte ve günümüzdeki birçok kolunun genel kabulü olan bu inanç benzer bir muhtevayla -ancak sünni bir ambalajla- sufi düşünceye sirayet etmiştir. Bu yeni ambalaj velayet inancıdır. Bu inancın kökeninin Şii düşünceye dayandırılması ilk başta şaşırtıcı gelse de esasında bunun garipsenecek bir tarafı yoktur. Zira Şiî ve sufilerin uzun süre beraber yaşadıkları Irak ve Fars coğrafyasında karşılıklı bir etkileşimin olması kuvvetle muhtemeldir. Devşirilen bu kavramın anlam coğrafyası sufî zümreler tarafından alabildiğine genişletilmiş hatta Şiî zümrelerin aklına hiç gelmeyen çeşitli anlamlar, kavramın muhtevasına yerleştirilmiştir. Esasında bu düşüncenin kökeni bu noktada çok büyük bir ehemmiyet arz etmemektedir. Asıl önemli nokta seçilmişlik inancının ister Şia’da ister sûfî düşüncenin kurumsallaşmış yapıları olan tarikat ve cemaatlerdeki icra ettiği fonksiyondur. Başka bir ifadeyle fertlerin cemaat ve tarikatlara girmelerinde ve bağlılıklarının temin edilmesindeki oynadığı kilit roldür. Peygamberin dini karizmasından sonraki en büyük dini karizma olarak isimlendirilebilecek olan velayet öyle görülüyor ki hem Şiî imamların hem de sufî velilerin sorgulanamazlığını temin etmeyi başarmıştır.

Geçmişteki ve günümüzdeki birçok tarikat ve cemaat yapılanmasının kendi liderine veli, gavs,kutub, kainat imamı gibi isimler verdiği bilinen bir gerçektir. Mutasavvıflara göre veli; tepeden tırnağa her şeye tasarrufta bulunabilen, gaybı bilebilen, dünya işlerinin küçük büyük her şeyin bilgisine sahip olan, melek ve peygamberlerin ulaşamadığı makamlara ulaşabilen, dilediklerini cennete dilediklerini cehenneme koyabilen kozmik bir karaktere dönüşmüştür. Herhangi bir kimse hakkında böyle bir kabule sahip olan bir insanın, özgürce karar veren birisi mi yoksa zorunlu bir itaatkâr mı olduğu üzerinde düşünülmelidir.

2. Şefaatçi: Kurtarıcı

Araçsallaştırılıp beyin yıkamak için kullanılan kavramlardan biri seçilmişlik doktrini olarak ifade edilen şefaat kavramıdır. Velinin karizmasını inşa eden veya bireylerin ona tam bir teslimiyetle bağlanmasını sağlayan saç ayaklarından birisi de şefaat düşüncesidir.

Sufi zümreler arasında tedavülde olan şefaat inancı, halk arasında mutlak kurtarıcı seviyesinde bir evliya tasavvuruna yol açmış, ulemanın bu konudaki uyarıları bu yanlış telakkilerin ortadan kalkmasına maalesef yetmemiştir. Nitekim bu zümreler hesap gününde Allah katında şefaatçi olacakları konusunda o kadar kesin ve abartılı ifadeler kullanmışlardır. Mesela Bestâmî, “Kıyamet günü, cehennemliklere şefaat edip onları cennete sokmayan kimse müridimiz değildir.” diyebilmiştir. Şiblî, Hz. Peygamber’in kıyamet günü sadece ümmetine şefaat ederken kendisinin cehennemde kimse kalmayıncaya kadar ehl-i nara şefaat edeceğini iddia etmiştir. Eğer bu ifadeler Afifî’nin de haklı olarak sorduğu gibi gerçekten ona ait ise bu takdirde “Onlar cehennemde ebedi olarak kalacaklardır.” (Ahzab, 33/65) ayetiyle nasıl uzlaştırılacağı ayrı bir mesele olarak cevaplanmayı beklemektedir. Bugün dahi bir takım tarikatların müritlerini azaptan kurtarma konusunda verdikleri açık garanti, dini sorumluluktan kaçınmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Bu ise piyangocu ve kısa yoldan kurtulma peşinde olan insanların cemaat ve tarikatlara olan yönelişlerinin artmasını kolaylaştıran bir unsur olmaktadır.

3.Keşf ve İlham: Vahye Alternatif Bilgi

Kur’an’a göre tanrısal bilgisi ve otoritesi bulunduğu iddia edilen ruhbanlık gibi dini bir sınıf söz konusu değildir. Müslümanlar, dini konulardaki sorunlarını alimlerin yorumları ve içtihatlarıyla çözmektedirler. Alimlerin elbette toplum üzerinde bir otoritesinden bahsedilebilir. Ancak ulemanın herhangi bir konudaki tercihi lafız-mana veya en genel anlamıyla beyânî düşünme sistemine dayanmasından dolayı pozitif bir mahiyete sahiptir. Diğer bir ifadeyle iddiaları ve yorumları çürütülebilir niteliktedir. Esasında bu durum Kur’an’ın konu hakkındaki “her bilenin üzerinde bir bilen vardır” (Yusuf 12/76) veya “ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın” (Enfâl 8/42) genel ilkelerine dayanmaktadır. Dolayısıyla ulemanın iddiaları öncelikli olarak bir bilgi ve belgeye dayanmalıdır; ikinci olarak da yorumları hata ve yanlıştan masum görülmemelidir. Fakat tasavvufî gelenekte böyle bir objektif bilgi sahasından bahsetmek mümkün değildir. Onlara bu noktada yardımcı olan kavram ise bir anlamda bilgilerinin sorgulanmasını engellemek üzere vahye alternatif olarak inşa edilmiş olan sözde bilgi nazariyeleri keşif ve ilhamdır.

Tarikat ve cemaat sözde bilgi nazariyeleriyle çevrelerinin ilgisini çekmek, durumlarını meşrulaştırmak, halkın gözünde sevimli ve aynı zamanda güçlü görünmek için çeşitli doğaüstü güçlerin kendilerinde bulunduğunu ifade eden zümrelerin en büyük iddialarından birisi Allah’tan doğrudan bilgi aldıkları şeklindeki sözleridir. Oysa Kur’an’a göre bilgi edinme yolları; beş duyu, akıl ve vahiy olarak tasnif edilen bu araçlar insanı doğru bilgiye ulaştıran yollardır. Kur’an’a göre bilgi edinme yolları, sufî zümreler tarafından baypas edilmiştir. Bu vasıtalar dışında keşf ve ilham yoluyla gayb ve melekût âleminin sırlarına vakıf olabildiklerini söylemeleri bunun açık bir delilidir. Konu hakkında kullandıkları ıstılah, insanın gözündeki perdenin kalkması ve böylelikle gaybe dair hakikatleri görmesini ifade eden “keşf”’dir. Sezgiye dayanan bu bilgi türü sufinin gayb alemindeki hakikatlere muttali olmasına, şahadet aleminden göç etmiş insanlarla ve varlıklarla konuşabilmelerine, melekût âlemini müşahede edebilmelerine, cennet ve cehennemi seyredebilmelerine, levh-i mahfuzu okumalarına, Allah’la konuşmalarına Hz. Peygamber’le sohbet etmelerine ve bir takım bilgi ve talimatlar almalarına imkan tanımaktadır. Böylelikle de kişinin söylediği söz kutsal bir koruma altına alındığından söz ve sözün sahibi eleştirilemez hale gelmektedir. Geçmişten günümüze birçok sufinin, eserlerini ilham-ı rabbânî olarak isimlendirmesi de aynı amaca matuftur. Bunun sonucunda eserler ve yazarları, itibarıyla sorgulanamaz bir noktaya ulaş(tırıl)mış olmaktadır.

Tasavvuf eserlerinde bu konuyla ilgili yüzlerce hikaye kitlelerin sadık bir mürit haline getirilmesinde büyük bir rol oynadığını göstermesi bakımından önemlidir.

Sonuç: İslam’ın inşa ettiği insan anlayışının sınırlarını aşarak neredeyse yarı tanrı bir karaktere dönüşen dini liderler, karizmasını bazıkavramların araçsallaştırılmasıyla sağlamaktadır. Kendisi mutlak kurtuluşu elde ettiği gibi takipçilerinin de ebedi mutluluğunu teminat altına alan karizmatik dini lider, böylelikle insanların sorumluktan kaçmalarına yol açan psikolojik bir tatmin duygusu yaratmaktadır. Böylelikle veli, Allah’ın sevgili kulu olan insan anlayışından, kendisine itaat edildiği takdirde insanları ilahî azaptan koruyacak tanrısal bir karaktere dönüşmektedir. Bu görüşler tevhid inancı açısından elbette yanlıştır. Asıl önemli olan böyle bir insan, evren ve tanrı tasavvurunun ürettiği insan tipinin inanç ve iradesinin nasıl felç edildiğidir.

Bu yapılar dini kavramların anlamlarını saptırarak ve yeni dini kavramlar ihdas edip bunları da araçsallaştırmak suretiyle insanların sağlıklı düşünebilme ve karar alabilme kabiliyetlerini dumura uğratmaktadırlar. Böylece, iradesi felç edilen ve düşüncesi elinden alınan fert, cemaat liderinin öğreti ve telkinlerine açık hale gelebilmektedir. Cemaat ve tarikatların mensupları, genellikle, kurtuluşa ermenin yegâne yolunun bir kurtarıcı mürşide bağlanmaktan geçtiğine bütün samimiyetiyle inan(dırıl)an müritlerden oluşmaktadır. Bu kurtarıcının kimliği, dini inanç ve kavramların bütünüyle istismarı sayesinde inşa edilmektedir. Bu yeni inşa sürecinin temel karakteri, Allah’tan ve Peygamber’den doğrudan bilgi alan, seçilmiş olduğunu iddia eden, günah işlemesi -teoride mümkün olsa da düşünülemeyen, ölüm sonrası kaygıları da şefaati ile giderecek olan karizmatik bir kişiliktir. Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm bu özellikler adı konulmamış bir tanrıyı çağrıştırmaktadır. Herhangi birini bu türden özelliklerle donatılmış olarak kabul eden bir ferdin beyni aslında tamamen yıkanmış demektir. Beyni yıkanan kimsenin ise, liderinden aldığı emirleri tereddütsüz yerine getireceğinde bir şüphe yoktur.


1-CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, 440-441

2- AFİFÎ, Ebu’l-Ala, İslam’da Manevi Hayat: Tasavvuf

3- Tasavvufî düşüncenin sadece velayet nazariyesi itibarıyla değil birçok nokta da Şia’dan etkilendiği yolundaki iddialar için bkz. eşŞeybî, 1982; Afîfî, 1996, 251.

4- Bakınız: SANCAR, Faruk (2011). Nübüvvet ve Velayet Merkezli Kelam-Tasavvuf Tartışmaları. Ankara: Sarkaç Yayınları.

5- (İbnü’l-Cevzî, Telbisü’l-iblis, 1994, 348).

6- Bu iddiaların sanal ortamlarda yüzlerce tanığı bulunmaktadır.

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.