SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Hüseyin BÜLBÜL
 
 
 
Makale Tarihi :  1.11.2022
“Din Anlayışımızı” Kur’an’ın İmbiğinden Geçirmek
Herkesin en çok bildiği, hakkında en çok konuştuğu, fakat hakkında en az bilgi sahibi olduğu konulardan biri Din konusudur. Din denilince İnsan hayatını düzenleyen hak batıl tüm görüş ve düşünceleri içine aldığı bilinmektedir.  Elma denilince çürüğü de elma sağlamı da elma olarak tanımlanır. Sadece önüne bir ek getirilerek çürük elma, sağlam elma denilir ki farkı fark edilmiş olsun. Din konusunda da durum bundan farklı değildir. Bunun için de din kelimesinin önüne onu nitelemesi için Hak Din, batıl din demek suretiyle doğrusunu eğrisinden ayırmış olalım.
 
O zaman hak din ne demek batıl din ne demek bunların da tanımını yaparak ortaya koymamız gerekmektedir.
 
Hak Din; insan hayat ve kâinatın yaratıcısı olan Allah tarafından İnsanlığın ebedi kurtuluşu için elçileri aracılığı ile insanlığa göndermiş olduğu yaşam biçimidir. Bu din Hz. Adem (a.s.) dan Hz. Muahammed (a.s.) kadar gelen İslamdır. Bu nedenle Rabbimiz; “ Allah indinde din İslam dır” buyurmuştur. (Ali mran 38/19)
 
Batıl din/ yâda dinler ise Allah Teâlâ’dan başkaları tarafından insanların hayatını düzenlemek için ortaya konulan yaşam biçimi, hayat anlayışlarıdır. Bu tanımın içine Hak Din tanımının dışında kalan tüm dinler ve sistemler girmektedir.
 
Kabul edersiniz ki her dinin kendine özgü ilkeleri vardır. Bir insan kendini hangi dinin mensubu olduğunu ifade ediyorsa; gerçekten o dinin ilkelerini kabul edip hayatını ona göre düzenlemesi kaçınılmaz olacaktır. Bunları yapıp yaşamadan sadece ben buyum şuyum demekle olunmadığını bilmemiz gerekir. Eğer komünist olacaksanız “Das Kapital’e göre inanıp yaşamayı kabul etmeniz ve yaşamanız gerekir. Bunun aksi “Münafıklık” olur. Olmadığın şekilde kendini tanımlayarak hem kendini hem de diğer yoldaşlarını aldatmış olursun.
 
Eğer bir kimse İslamı din olarak kabul ettiğini söylüyorsa, bu kabulün de İslam’ın ilkelerine göre olması gerekmektedir. Yani İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an’ın ilkelerine göre iman etmiş ve onun ortaya koyduğu yaşam tarzına göre yaşamayı kabul etmiş olması gerekir. Bunun aksini yapmakta Münafıklık olacaktır. Bunları söylerken ne harici mantığına göre ne de IŞİD mantığına göre bir tanımlamayı kastetmiyoruz. Elbette insan olmanın gereği hata ve nisyan insanlar içindir. Rabbimiz ise hata ve nisyanı bağışlayacağının müjdesini vermiştir:
 
“Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tövbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tövbesini kabul eder. Allah Bilendir, Hakîm olandır.” (Nisa 4/17)
 
Allah Resulünün de şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Allah Teâlâ ümmetimden hata, nisyan ve zor altında yaptıklarından dolayı hesaba çekmeyecektir.” (Taberani el Muğcemül Evsad 18/87)
 
Ancak buradaki kabulde  iki durum ortaya çıkmaktadır. Birincisi “eslamna”  diyenler İkincisi ise “amenna” diyenler. Malum olduğu üzere rabbimiz Hucurat suresinde Arapların amenna diyenlerini şöyle uyarmıştı:
 
“Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”(Hucurat 49/14)
 
Burada bedevilerin resule gelip söyledikleri ifade “Amenna” biz iman ettik diyorlar. Allah Teâlâ ise onların iç dünyasını bildiği için söyledikleri ifadeyi karşılayacak anlayış henüz onların gönlünde oluşmamış olduğundan, durumu düzeltmek için şöyle buyuruyor: “Amenna”= iman ettik demeyin, “eslemna” boyun eğmek anlamında teslim olduk deyin. Çünkü iman henüz sizin kalbinize girmedi” buyuruyor.
 
Buradan anlıyoruz ki, teslim olmak ile iman etmek ayrı ayrı şeyledir. İman edenlerin vasıflarını ise devamındaki ayet şöyle açıklıyor:
 
“Müminler ancak Allah’a ve Resulü’ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte sadık olanlar ‘Allah’ı resulünü ve Kur’an’ı tasdik edenler’ ancak onlardır.” (Hucurat 49/15)
 
Şimdi iman ettiği iddiasında olanlar bu ayette dile getirilen vasıflara göre kendi anlayışını bu ayetin imbiğinden geçirerek bulunduğu haline göre nerede durduğunu ve hangi vasıfta olduğunu kendisi test edebilir.  Bunu her mümin hayatta iken bizzat yapmalıdır. En azından nerede bulunduğunu görüp durduğu yer bulunduğu hal doğru değilse, yerini değiştirme imkânı bulacaktır. Aksi halde iman ettiğini zannederek sadece kendisini kandırmış olur.
 
Aliya İzzed Begoviç, bu durumu açıklayan bir tespitte bulunuyor: “İnsanları inançlarına göre tasnif ederken İnananlar İnanmayanlar diye ikiye ayırıyoruz. Hal bu ki, bir üçüncü sınıf daha vardır ki, İnanıyormuş gibi yapanlar. İşte İslama en çok zarar veren bunlardır.”
 
Aslında bunlar Allah’ın göndermiş olduğu İslam’ı bozarak üretilmiş bir dine “Müslümanlığa” mensup kimseler olarak görülmektedir. Bu durumu araştırmacı yazar Ferit aydın “DİN NİÇİN VE NASIL ÜRETİLİR” isimli makalesinde şöyle anlatmaktadır:
 
“Kitâbî verilere göre vahyin getirdiği tek din İslâm’dır. Âdem (aleyhisselâm)’dan Muhammed (aleyhisselâm)’a kadar Allah elçilerinin tebliğ ettiği din budur. Tarih boyunca çeşitli isimler altında ortaya çıkan inançsal akımların tamamı ise insanlar tarafından üretilmiş yapay dinlerdir. Bunların bazıları bağımsız birer din olarak, bazıları ise İslâm’ın çarpıtılmasıyla üretilmişlerdir.
 
Örneğin; Zerdüşizm, Şamanizm, Maniheizm, Mazdakizm, Hinduizm, Budizm, Şintoizm ve Konfiçyüs dini, büyük ihtimalle bağımsız olarak üretilmişlerdir.
 
Buna karşın Musa (aleyhisselâm) tarafından tebliğ edilen İslâm, çarpıtılarak “Yahudilik” adı altında yapılandırılmıştır. Aynı şekilde Meryem oğlu İsa (aleyhisselâm) tarafından tebliğ edilen İslâm, çarpıtılarak “Hıristiyanlık” adı altında yapılandırılmıştır. Keza, Muhammed (aleyhisselâm) tarafından tebliğ edilen İslâm da yine çarpıtılarak çeşitli dinler üretilmiştir. Muhammedî İslâm’ın tahrip edilmesiyle üretilen dinlerin başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
 
Karmatîlik, Dürzîlik, Şiîliğin versiyonları olan (İsmailîlik, İmamîlik, Zeydilik ve Nusayrîlik), Sihizm, Bâbîlik, Kadyanîlik, Bahâîlik, ve Müslümanlık…
 
İslâm’ı yıkıma uğratarak oluşturulan bu yapay dinler arasında en çok göze çarpan yapı hiç kuşkusuz Müslümanlıktır. Bu durum onun dört özelliğinden kaynaklamaktadır;
 
1) Oldukça başarılı bir toplum mühendisliği ürünü olarak Müslümanlık, dış görüntüsü bakımından İslâm’a çok benzemekte ve yanıltıcı etki uyandırmaktadır. Nitekim namaz, oruç, hac, zekât ve kurban gibi ibadetler İslâm’dan aşırılıp birçok dinin öğeleriyle harmanlanarak Müslümanlığa mal edilmiştir.
 
2) Yukarıdaki dinlere göre Müslümanlık çok daha yaygındır. Bu özellik, sürekli ve kalıcı algıya yol açarak asırlar boyu derin etkiler bırakmıştır.
 
3) Müslümanlıkta İslâm’a karşı hissedilebilir bir saldırı yoktur. Aksine yüzyıllardır belli odaklar tarafından, İslâm ile Müslümanlığın aynı şey olduğu ileri sürülerek toplumda kemikleşmiş bir zihniyet ve kanaat oluşturulmuştur. Onun için İslâm ile Müslümanlığın birbirinden ayrı iki din olduğu gerçeği hakkında günümüzün insanını ikna etmek oldukça güçtür. Oysa Nusayrîlik, Kadyanîlik, Bahâîlik, ve özellikle Dürzîlik dinlerine ait öğretilerde İslâm’a karşı çok aşağılayıcı ifadelere rastlamak mümkündür.
 
4) İlk önce “Hâcegân Yolu” adı altında başlatılmış mistik bir temel üzerinde yapılandırılan Müslümanlık, zamana yayılarak geliştirilmiştir. Biri Muaviyeci, öbürü Muaviye karşıtı olmak üzere aykırı iki ekol olarak tarihi macerasını sürdürmesine rağmen Müslümanlığın, İslâm karşıtlığı 800 yıldır (her iki ekolde de) örtülü şekilde başarıyla devam ettirilmiştir. Bu nedenledir ki Müslümanlıktaki İslâm düşmanlığı topluma hiçbir zaman hissettirilmemiştir.
 
Din üretmenin çeşitli nedenleri vardır. Bunları, başta duygusallığa bağlı çare arayışları, taklit, çıkar, sömürü ya da intikam duygularını tatmin olarak sıralayabiliriz.”
 
Tam burada Ercümend Özkan’ın şu tespitini hatırlatmak yerinde olacaktır: Tasavvufu ayrı bir din olarak gören Özkan, tasavvufu kurdun kuzu postuna bürünmüş hali olarak İslam’ın içine sinsice sokulmuş bir ihanet unsuru olarak değerlendirir ve şu tespiti yapar:
 
“Küfür İslam’dan bütün hıncını/ intikamını tasavvuf yoluyla almıştır. Tasavvuf, Allahın koyduğu ne kadar doğru varsa hepsini eğip büküp bozmuştur” der.
 
Bütün bunları okuduktan sonra üzerinde bulunduğumuz Din anlayışımızın, İslam anlayışımızın ve yaşayışımızın ne kadar İslamiliğini test etmek için Kur’an’ın imbiğinden geçirmeye ihtiyacımız vardır. Eğer niyetimiz halis, doğru olan İslamı yaşamak ve Allah’ın rızasını kazanarak hidayet üzere olmak istiyorsak bunu yapmaya mecburuz. Bizler İslam’mış gibi görünene değil İslama talibiz. Talip olduğumuza sahip olmak için araştırmaya, soruşturmaya, halimizi sorgulamaya mecburuz. Bunu yapmak bize bir şey kaybettirmeyecek fakat çok şey kazandıracaktır…
 
Ayrıca din olarak İslam’dan bahsedilince; İslam din olarak hayatın tümünü kapsayıcıdır. İbadetinden siyasetine, ahlakından muamelatına, ferdi hayattan aile hayatına, yasal düzenlemelerden helal haram tespitlerine varana kadar hayatın her problemi ile ilgili müeyyideleri ve çözümleri mevcuddur. Bu nedenle İslam dini, ne genel ahlaka ne de İman ve ibadete indirgenemez. İslam’da iman, vahyin bütününe olması gerekli olduğu gibi; ibadeti de bazı ritüellere mahsus değildir. Allah’ın meşru kıldığı her işi, meşruiyet sınırları içerisinde yapmak ibadet olarak değerlendirilir.
 
Ahlak konusuna gelince, İslam da güzel Ahlak müstakil bir konu olarak değerlendirilmez. Ahlak bir sonuçtur. Yani Allah Teâlâ’nın her konuda koymuş olduğu kurallara uymanın sonucunda ortaya çıkan davranışlar, güzel ahlak olarak isimlendirilir. Bu asla Kur’anî ilkelerden bağımsız değildir.  Muhammed (a.s.)’ın : “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözüne ve “beni rabbim edeplendirdi ve ne güzel edeplendirdi” buyurmasından da anlıyoruz ki Rabbi onu vahiyle eğitmiş öğretmiştir. Nasıl olduğu konusunda ise Rabbimiz şöyle açıklıyor: “Kitap nedir İman nedir bilmezdin sana biz öğrettik…”(Şura 42/52) Görüldüğü üzere Ona verilenin hepsi, Kur’an’la yapılmış. Verilenin  hepsi de Kur’an’da zikredilmiştir.
 
“Tasavvuf İslam’ın ahlaki boyutudur” sözlerinin gerçekle hiçbir alakası yoktur. O, sadece İslam’ın bazı ritüellerini kullanarak insanları kendine çekmeye çalışan; Akidesi/ Allah tasavvuru ve değer yargıları farklı olan ayrı bir “dindir.”
 
“Onlara: «Allah’ın indirdiğine tabi olun!» dendiği zaman: «Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz.» diyorlar. Ya şeytan onları cehennnem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?” (Lokman 31/21)
 
Bu ayette, atalarına tabi olan müşriklere Allahın indirdiğine tabi olun denilince onlar; “Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz.» diyorlar.  Tasavvufçulara da Allahın indirdiği Kitaba Kur’an’a uyalım dediğinizde onlar da; hayır biz şeyhimize, halifemize, gavsımıza, kutbumuza , kutbul aktabımıza uyarız diyorlar!..Arada bir fark görebiliyor musunuz?
 
Bütün bu olanları ölüm bize gelmeden önce, önümüze koyarak düşünelim istiyoruz!  Doğrunun kaynağı nedir- kimdir? Allah tüm insanlığı elçileri ile neye çağırmış? Bizim için Kur’an neyi ifade ediyor? Nebiler insanları neye davet etmişler? Dünyada ve ahirette yegâne güç sahibi ve kurtarıcı kimdir? Fatiha suresinde Allah, kime ibadet etmemizi ve kimden yardım istememizi istiyor?  İşlerin sonu kime varıyor? Yani bizim yaptıklarımızı en son değerlendirip, ceza ve ödül verecek olan kim?  Ve tüm İnsanlık hangi kitaba göre hesaba çekilip yargılanacak?
 
İşte bu soruların cevaplarını doğru yerde aramak için Kur’an’a gitmek zorundayız. Ve tüm anlayış ve davranışlarımızı Kur’an’ın süzgecinden geçirip terazisinde tartmalıyız! Aksi halde sonumuz hüsran olacaktır!..
First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.