Sabikun kavram olarak, birinin ilerisine, önüne geçmek, galip gelmek, üstün olmak anlamındaki “sebeka” fiilinin ismi faili olan sabık, öne geçen, üstün ve galip gelen demektir. Kur’an’da iki ayette tekil şekli, 5 ayette de çoğul şekli (sabikin, sabikun ve sabıkat) geçmektedir
Aziz İslam davasını hakim kılmak için, öncülük edip, en önde gidenler, hayırlı işlerde yarışmak, Kur’an tarafından övülmüş ve pek çok ayette “önde giden öncü” kimseler “sabikun” olarak nitelendirilmiştir. (Nâzi’ât 4). Bu normal bir yarış değil, hak ve hakikat uğrunda öne geçme/öncülük etmektir.
Kur’an da bahsedilen, anılmaya değer atfedilenler Allah elçileri ve onları tasdik etmede öne geçenler/öncülük edenlerdir; Firavun’un zulmüne rağmen Musa as tasdik eden sihirbazlar, İsa as havarileri, mağara ashabı ve Muhammed as Mekke’de iman eden ilk Kur’an nesli bunlar bizlere Kur’an’ın överek anlattığı sabikunlardır. Bu öncüler/ilkler, İslâm’ın ilk yıllarında büyük meşakkatlere katlanmışlar, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmişler ve böylece çok yüksek rütbelere erişmişler. Kur’an’da sâbikun, ahirette en yüksek mertebelere ulaşacak olan müminler olarak da tasvir edilir. Ahirette hesap görülürken orada da en ön sıraya bunlar alınacaklardır. Bu kişiler, Allah’ın rızasını kazanmış ve cennette yüksek derecelerle mükafatlandırılacak olanlardır. O günden bugüne hala anılan, isimleri dillerde dolaşan ve gıptayla bakılan kişiler olmuşlar ve olmaya da devam edilecektir.
Sadece Allah için O’nun rızası gözetilerek ortaya konulan her çaba ve fedakârlığın hem Allah katında bir karşılığı hem de dünyanın imar ve ıslahında mutlaka bir katkısı vardır. (Bakara 201, Hud 117). Dünya ve ahiretin dengesini doğru kurmak, bütün bir hayatın imtihan olduğunun farkına vararak yaşamaktır. “Hanginizin daha iyi iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, mutlak üstün olandır, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 2) Bu şuur içinde takvayı kuşanarak, Allah’ın dini uğrunda cehd ve gayret göstererek, Allah rızasını kazanmak için kim her neye hangi nimete sahip ise fedakârlık yarışı içinde olması gerekiyor. (Tekasür, 8) Mü’min, zamanı doğru kullanandır. Çünkü zamandan da hesaba çekileceğini bilir, onun için gaflet uykusuna yatmaz, çekişme ve boş cedelle uğraşmaz, zaman, boşa harcanacak bir an değildir. Yeryüzünün ıslahı için, kendimiz, ailemiz, çevremiz ve tüm insanlığın iyilik ve hayrı için herkes elinden geleni yapmak zorundadır. “Kim zerre kadar hayır işlemişse onu görür, kim de zerre kadar şer (kötülük) işlemişse onu görür.” (Zelzele 7-8) Ayeti mucibince yapıp ettiklerimizden bir gün hesaba çekileceğimizi unutmayalım.
Sâbikun, olabilmek için kişiyi Allah yolundan alıkoyan hayırsız her ne var ise; İşi-eşi, malı-makamı ve kariyeri-mevkii, dünya ve ahiretine faydası dokunmayan boş işler… Allah’a ibadetten, İslâmî çalışmalardan, direniş ve mücadeleden ve bu uğurda yarıştan alıkoyan her ne var ise yüz çevirmelidir. “Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mü’minun 3) Onlar gafletten uzak uyanıktırlar, söylenen her söze itibar etmez doğruluğunu araştırırlar, bu konuda tembellik, uyuşukluk göstermezler, davadan yüz çevirip bıkıp-usanmazlar, yorgunluk hissetmezler, onların boşa harcanan zamanı yoktur .Mazlumun yanında zulme karşı seslerini yükseltmekten kaçınmazlar, güce boyun eğmezler, hayatlarını hedefleri için seferber etmişlerdir, fedakârlıkta sınır tanımazlar, yumuşak yürekli merhametlidirler, vefakâr ve mücadeleci kimseler oldukları için, Allah onları yüceltmiş, yükseltmiş ve yakınlığına (Mukarrebun) layık görmüştür. “Öne geçen öncüler. Onlar (Allah’a) yakın olanlardır.” (Vâkı’a 10,11)
İslam dinine intisap etiklerini söyleyenler eğer sabikun dan olmak için say-i gayretleri yok ise kaçınılmaz olarak dünyevileşirler, bunun sonucu olarak da zayıf, silik ve kişiliksiz bir toplum meydana getirmiş olurlar. Bu nedenle İslam toplumunda ‘Sâbikun`un olması şarttır. Sâbikun, İslam toplumunun oluşmasını, kuvveden file geçişini temel ilke ve hedeflerini sahiplenilmesini sağlarlar. İslam`ı bireysel olarak yaşamakla yetinmez, aynı zamanda O’nun siyasi, sosyal ve idari hedeflerinin hayata geçmesi için çalışırlar. Bunlar bu yolda öncülük ederek İslam davası için mücadele ederler.
Ayriyeten şunu da belirtmeden geçemeyiz; her cemaatin, gurubun, meşrebin, toplumun… kendisine ait bir sabikun anlayışı var. Kim bu kavrama nereden/hangi yerden veya pencereden bakıyorsa gördüğü şeyin doğruluğuna kendini inandırmış gözüküyor ama şunu bilelim ki, Kur’an’ın dünyası bir pencereye sığmayacak kadar büyük ve geniştir.
Davası İslam olmayanlar Sâbikûn olarak görülmezler.
Modernizmin ve geleneksel hurafelerin iğfal ettiği insanımız sekülerleşmekte, hevasını ilah edinerek; arzularının, beklentilerinin, açgözlülüğünün, hırslarının, tamahkarlığın esiri olmuş, zaaflarına yenik düşmüş, sürekli korku içerisinde, makamını-mevkiini, malını kaybetmekten korkan, hep endişe taşıyan insan topluluğu haline geldik. Uğruna mücadele edilmesi gereken değerler değersizleştirildi, idealler unutturuldu, hedeflerden saptırıldı. Şuur/huşunun kaybedildiği, ihlasın yitirildiği, eminliğin yok olduğu, zihinsel sapmanın had safhada olduğu adeta değerler erozyonunun fetret dönemi yaşanıyor.
Rahat ve konforumuzdan taviz vermiyoruz, sorumluluk almıyoruz, fedakârlık göstermiyoruz, bedel ödemeyi göze almıyoruz… her şeyimizi o kadar basite indirgedik ki, vicdanımızı rahatlatma adına yaptığımız üç-beş kuruşluk yardımla, haftada bir kez gittiğimiz sohbet/ders guruplarında okuduğumuz ve dinlediğimiz birkaç ayetle yetinmeyle sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşünüyorsak büyük yanılgı içerisindeyiz. Örnek, İslami kimlik inşa edebilecek, öncüler yetiştirebilmek için, sorumluluk taşıyan/alan, taşın altına elini koyan, cesur, hak ve hakikat yolunda terleyen davaya adanmış, “kim var denildiğin de? (Abdullah b. Mes’ud gibi) Ben varım” diyen dava adamlarından ‘öncüler’ olur. Bu türden adanmışlıklara nede çok ihtiyacımız var…
Mü’min, her hal ve durumunun imtihan olduğunun bilincinde olan kişidir. Bu bağlamda kişi kendi durumunu herkesten daha iyi bilendir, vüsatının nerelere yeteceğini, imkanlarının neler olduğunu, neleri yapıp yapamayacağını en iyi kendisi ve rabbi bilir. “Allah kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez” (A’râf 42). Ama inancımız gereği de sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız.
“Kıyamet günü adalet terazisini kurarız, asla hiç kimseye haksızlık edilmez, eğer hardal tanesi kadar bir şeyi olsa da onu getiririz. Hesap sorucu olarak biz yeteriz” (Enbiya 47)
Bu davaya gönül verip öncülüğe soyunan “Sabikûn”lar; hak ve hakikat uğrunda koşturup ‘cehd’ ederken, yarış halinde birbirini geçmeye çalışırken hakkın rızasını kazanabilmek için; Kıskançlığın, hasedin, kibrin olmadığı bir yarış bu, rakibin ayağına çelme takmayan, rakibine imrenen, gıpta eden, hayırda, iyilikte, teslimiyette, davette öne geçme yarışıdır. Böyle yarışanları Kur’an müjdelemektedir.
“Olacak vakıa olduğu zaman, Ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur; O, alçaltıcı, yükselticidir. Yer şiddetle sarsıldığı, Dağlar parçalandığı, Dağılıp toz duman haline geldiği, Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! Önde olan öncüler. İşte bunlar, naim cennetlerinde (Allah’a) en yakın olanlardır.” (Vâkı’a 1,12)
“Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar, Rablerinin ayetlerine iman edenler, Rablerine ortak koşmayanlar, Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler; İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.” (Mü’minun 57,61)
Buraya kadar ifade etmeye çalıştıklarımızı bugün Filistin’de öncülükte canlı şahitlerini görmekteyiz. Bu yiğitler için söz söylemek bir yana, onlar bizlere kanlı-canlı zaten anlatıyorlar anlatılması gerekeni. Rabbim yar ve yardımcıları olsun. Kur’an’ın bu müjdesine mashar olan sabikûnlara selam olsun…
|