Bir İslam toplumunun kültür zeminini oluşturan kaynak Sünnet'tir. Sünnet'teki her bir uygulama Müslümanın evinde ve sokağında kültürel bir remiz/imge oluşturur. Bu remizlerle donatılan ev, sokak ve şehirler Müslümanca düşünmemizi sağlar. Düşüncenin dayandığı böyle bir zemin olmazsa Müslüman toplum varolmaz ve kültürden neşvü nema bulan, üst yapılar diyebileceğimiz hukuk, iktisat, uluslararası ilişkiler ve sanat gibi kurumlar Müslümanca kurulamaz.
Bendeniz şöyle bir iddiada bulunuyorum: Bizim en Müslümanımızın evimizdeki kültür imgelerini sayalım, kesinlikle yüz tanesinin yirmisi Sünnet kaynaklı değildir, modern ya da gelenek kaynaklıdır. İslamî ilimlerde ihtisas yapan bizim gibilerin tam bir Müslümanca düşünemememizin sebeplerinden birisi budur. Çünkü düşünceyi oluşturan şey, hayat tarzıdır, kültürdür. 'Nasıl yaşarsanız öyle inanırsınız' sözü çok anlamlıdır.
Sünnet'in oluşturduğu kültür atlasını şekillendiren ve sözünü ettiğimiz üst kurumlara dönüştüren şey ise fıkıhtır. Sünnetin, yani Kur'an-ı Kerim'in doğru tatbik biçiminin belirlediği temel kabulleri fıkıh zamana ve zemine göre test eder ve şekillendirir. Tabir caiz ise İslam binasının mimarisini ve statik hesaplamalarını fıkıh yapar. Hangi yapının ne kadar yük çekeceğini, nereye kadar gidebileceğini fıkıh belirler. Hatırlayanlar bilir, bizim bir balkon misalimiz vardı: “Binaların ana kaidesinden dışarı taşan balkonlar bir yere kadar tehlike arz etmez. Ana gövde onları kaldırır. Ama balkonların üzerine kat atmaya kalkarsanız, hem binayı hem de attığınız katı yıkarsınız” demiştik. Fıkıh dışındaki ilimler ve özellikle de tasavvuf, bazen balkonu bazen çatıyı gereğinden fazla taşırabilir. O zaman İslam binası yıkılma tehlikesi yaşar.
Mesela Muhittin ibn Arabî ve Mevlana gibi büyük olduklarına hüsnü zen ettiğimiz (zan diyorum, çünkü gerçekten büyük olup olmadıklarını ancak Allah bilir) insanlarda böyle çıkma balkonlar çokça görülür. Denebilir ki, onların ana gövdesi sağlam olduğu için bu çıkıntılar onları devirmeyebilir. Ama sonra gelenler meseleyi bilmiyorlarsa, üst katları bu balkonlar üzerine bina etmeye kalkar ve İslam binasını yıkarlar. Bugün ateist Mevlevilerin bulunması bunun ispatıdır.
İşte fakîh bu binanın hem mimarı, hem statik mühendisidir. Fıkıh, Sünnet örneğinden oluşan kültürü mimaride, sanatta, şehircilikte, insan zihninin yapılanmasında, kurumlarda şekillendirir, zamana ve zemine uyarlar, ete kemiğe büründürür ve medeniyeti doğar. Bu sebeple İslam Medeniyeti bir fıkıh medeniyetidir diyenler haklıdırlar. Gelin görün ki, şu anda TOKİ'nin yaptığı evler dâhil, Sünnet ve fıkıh ölçüsü hesap edilerek yapılan bize ait hiçbir konut projemiz yoktur. Küçük bireysel gayretler bulunabilir. Evlerdeki tuvaletlerin yönü bile kimsenin aklına gelmez. Lavabolar abdest almaya değil, batılılarınki gibi sadece deliği kapatılarak avuçla su alınıp elin yüzün yıkanabilmesine müsaittir. Ev planlamasında mahremiyet kuralları hiç hesaba katılmaz. Oysa Osmanlı evlerinde, kapının tokmağına varıncaya kadar, şaşırtıcı mahremiyet uygulamaları vardır. Çünkü Foucault'un da iyi anladığı gibi İslam toplumu bir mahremiyet toplumudur. Batı toplumu ise deşifre ve itiraf toplumudur. Günah için bile Allah'a iltica edip af dileneceği yerde papaza anlatılır ve güya sildirilir.
Medeniyetin eğlence kültürünün sergilendiği en önemli meşher olan düğünlerimiz bile, en Müslümanımızda dahi yine yüzde yirmiden fazla Müslümanca değildir.
Demek ki, mütekâmil bir İslam toplumu ve ekonomiden hukuka İslam kurumları kurmayı hayal edenler daha çok bekleyeceklerdir. Yalçın taş üzerinde bitki tutmaz. Önce zemin topraklanmalı ve toprak beslenip nadaslanmalıdır. Böyle bir toplumu hayal edenler önce küçücük evlerinde vitrinlerinden tabaklarına ve bardaklarına kadar bir İslam kültür minyatürü oluşturabilmelidirler. Hangimizin vitrinindeki bardak takımı içinde dar ve uzun rakı bardağı ve saplı ve oval şarap bardağı takımı yoktur? Bunlar çok küçük şeyler, değil mi? İşte büyük medeniyetler bu küçük şeylerle başlayarak oluşur. Küçük şey yoktur, derler ya.
Sadece üst kurumlar değil, bilimler de kültür, inanç ve düşünce zemininin ürünüdürler. Derler ki, cep telefonunu ilk kez ileri düzeyde geliştirip kullanan ülke Norveç'tir, çünkü yüzlerce ada arasında hızlı iletişimi sağlamak zorunda idi. Bu sebeple özellikle tıp, astronomi ve matematiği geliştirenler de tarihte Müslümanlar olmuştu. Çünkü ancak bunlar sayesinde kulluğu sağlıklı yapabilme, ibadet vakitlerini hassas bir şekilde belirleyebilme ve miras taksimatını hesap edebilme mümkündü.
|