Üzülerek görüyoruz ki ülkemiz birçok platformda kendincelik
sendromu sebebiyle başarılı olamamakta ve uluslar arası arenada
ciddî sıkıntılar yaşamaktadır.
O kadar özgünlük sevdası/sevdalıları var ki bu ülkede, maalesef vatan kendini
ötekileştirmeden öteye geçemiyor.
Ötekileşmenin bana bakan yönünü mü merak ediyorsunuz?
Kıymetli okurlarımız meselenin ne olduğu yahut nereye geleceğini çok iyi biliyorlar,
ama yine de verelim cevabını: Kur’ân okuma stili ve bununla birlikte Kur’ân’ı
anlayamama sıkıntısı. Daha da iddialısı; Türkiye Kurân okuyor mu, okumuyor mu?
Okumuyorsa okuduğu ne peki? Daha akla gelen birçok soru ve sorun!
Evet, geçen yazımızda da ifade edildiği üzere maalasef Türkiye’de yerleşmiş bir
Kur’ân okuma tavrı/tarzı (tarz olarak kabul edemesek de) olsa da, bunun dünyada
karşılığı olmayan bir üslûp olduğunu tekrar edelim. Çünkü dünyanın Türkiye’si hariç
(Bunu böyle ifade etmek hoşuma gidiyor) hiçbir yerinde böyle bir durum söz konusu
değildir. Arap dünyasını geçelim. Avrupa mı dediniz? Mısırlı okuyucuların uğrak
yerlerinden biridir. Amerika mı dediniz? Nice ünlü kâri’yi özel dâvetlerle çekmiş bir
coğrafyadır. Asya mı dediniz? Mısır tilâvet san’atını yetkin şekilde icra eden birçok
isim zikretmek mümkündür.
Aslında bu okuyuş formatını icra eden o kadar kıymetli kardeşimiz ve bu hususta
uzman nice dostumuz var; ama yakinen bilirim ki onlar da Türkiye’deki bu geleneği
devam ettirmek istemezlerdi. Adına ister çaresizlik ister mecburiyet deyin, inanıyorum
ki büyük çoğunluğu sistem gereği yeltendi bu usûlü icraya. Çünkü yıllarca ülkede
düzenlenen Kur’ân okuma yarışmalarında biz “İstanbul Tavrı”nı değerlendireceğiz
denilerek daha baştan mahalli bir tavır sergilendi. İşte bu durum, gençleri ve hatta
Kur’ân okuma sevdası olan her kişiyi bu tavrın resmî şemsiyesi altında topladı. İşte,
hata burada yapıldı!
Kur’ân’ın gerçek okuma formatı/üslûbu olan Arap nağmesinden uzaklaşmak;
insanımızı onu anlamaktan da menetti. Şunu açıkça vurgulamak gerekir ki, Kur’ân’ı
anlamanın sadece tefsir kitaplarını okuyarak olabileceğini iddia etmek büyük bir
nâkisedir. Kur’ân ilâhî bir kitaptır. Akla hitap ettiği kadar duygulara da hitap eder. Asr-ı
Saadette akıllı nice kimseler vardı ki, Efendimizi (asm) görmüş olmalarına rağmen
Kur’ân’dan yüz çeviriyorlardı. Çünkü onu okumaktan ve dinlemekten kaçıyorlardı.
Onun nûrânî ikliminin kendilerine ânında tesir edeceğini biliyor ve Kur’ân’dan
etkilenmekten korkuyorlardı. Halbuki, Efendimiz’den (asm) veya sahabeden olup
Kur’ân’ı okumaya ehil olan kimselerden Kur’ân dinleyenlerin, onun kendine özgü
melodisi karşısında mest oldukları ve manevî bir duyguyla serfiraz kılındıkları hakikati
asırlardır İslâmî eserlerde arz-ı endam etmektedir.
Hal böyleyken Kur’ân’ı duygulara hitap edecek bir üslûpla okumak elzem bir
durumdur. Onu gönüllere kabullendirmek için sesli tefsir yapabilmek de bunun en
önemli noktasıdır. Bu da asırlardır okunagelen Kur’ân’ın kendi fıtratı üzere yani Arap
nağmesiyle okunmasına bağlıdır.
Bunu bir dönem Mısır coğrafyasında başaran o kadar Kur’ân okuyucusu yetişmiş ki,
anlaşılmak isteniliyorsa bu durum, şu isimlere müracaat etmek de gerekli bir durum
olmuştur artık: Mustafa İsmail, Sıddık Minşâvi, Kâmil Yusuf, Bedri Hüseyin, Rağib
Ğalveş...
Din eğitiminden bahsedilir ülkemizde, hatta bilimsel anlamda ilahiyat fakültelerinde bir
program dahi açılmıştır bunun için: Din Eğitimi. Dini bakımdan şahsiyeti ta baştan
etkileyecek, ahlâklı bir birey yapacak, sevgiyle yükleyecek, kişinin hürriyeti
kısıtlanmayacak gibi nice hususlar, bu program dahilinde ele alınmış, ilke ve esaslar
belirlenerek bu sahanın temeli oluşturulmuştur. Bu denli mükemmel hususiyetler
yanında bir de bakarsınız Kur’ân okuma sisteminde bir kavimcilik, hürriyetsizlik,
nemelâzımcılık almış başını gider. Ve sonuçta ilahiyat fakültelerindeki bu programlar
(Kıraat-Tefsir-Din Eğitimi) birbiriyle çok da temas edemez ve anlaşamaz bir görüntü
sergiler. Herkes kendincedir bu ülkede.
Hasılı, Kur’ân’ı anlamaya yönelik bir üslûpla okumayı ülkemiz ve bu ülkenin mümtaz
milleti hakediyor. Asırlardır İslâma ve Kur’ân’a bayraktarlık yapmış bu necip milleti,
böylesine manevî bir duygudan soyutlamak doğru değildir.
Anlaşılmayan ve duygusal bir tesir icra etmeyen bir okuma işlemi, okumamakla
eşdeğerdir. İşte bu durumda insan zihnine takılan bir sürü soru ve sorun saçılır
ortaya: Türkiye, niçin Kur’ân okuyor veya okumuyor? Anlaşılmayan ve şahsiyete etki
etmeyen bir metinle ilgili o kadar soru üretilebilir ki!
Gerçek tilâvet san’atıyla buluşmak ve Kur’ân’la kaynaşmak dileğiyle...
En Emin’e emanet..
|