SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Hüseyin BÜLBÜL
 
 
 
Makale Tarihi :  01.03.2023
Bir Musibet Olarak Deprem

Musibet kelimesi s.v.b. (sad. Vav. be.) kökünden türetilmiştir. Musibetin kelime anlamı doğru, sevap,  iyi, veya kötü bir şeye isabet eden şey anlamlarına gelmektedir.  Arap “ok hedefe isabet etti” derken; “esabetüs sehmi”  ifadesini kullanır.

Özellikle musibet ifadesi bir insana hayır veya şer, iyi veya kötü, lehte veya aleyhte isabet eden olaya musibet denilmiştir. Özellikle Bakara suresinin 156. ayetinde geçen musibet bu anlamdadır:

“Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: «Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.» derler.” (Bakara 2/156)

Bir önceki ayette musibet olarak zikredilen olaylar ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:

“Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksilterek imtihan edeceğiz, sabredenleri müjdele.” (Bakara 2/155)

Bu ifadeler açıkça ortaya koyuyor ki, mala isabet eden bir olumsuzluk musibet olduğu gibi;  cana isabet eden ölüm, hastalık, sakatlık ve benzeri şeyler de musibet olarak ifade ediliyor. Aynı zamanda ürünlere isabet eden çeşitli olumsuzluklar da musibet olarak zikrediliyor. Bunların hepsi Allah Teâlâ’nın iradesi ile kullara isabet ettirileceği ayetteki (İmtihan edeceğiz) ifadesinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayetin sonunda ise, bunlara rabbinden geldiğine inanarak sabredip katlananların müjdelenmesini istiyor. Bu durum gösteriyor ki isabet eden şey kulun vereceği tepki ile anlam kazanıyor. Sabrederse mükâfatın müjdesi,  isyan ederse mücazatın tehdidi ile karşılaşacağı bildiriliyor. Görünüşte kulun aleyhinde gibi görünen olay, insanın sabredip katlanması ile büyük bir ödüle dönüştürülürken; kula isabet eden büyük bir nimete karşı şükrünü eda etmeyip nankörlük etmesi de o nimeti külfete dönüştürecektir. Bu durumla ilgili olarak da rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Hoşunuza gitmediği halde, savaş üzerinize farz kılınmıştır. Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olabilir. Neyin hayır neyin şer olduğunu Allah bilir siz bilemezsiniz.” (Bakara 2/216)

Buraya kadar anlatılan durum Allah Teâlâ’nın iradesi ile kulların üzerinde imtihan için vuku bulan olaylar olarak ifade edilmektedir. Ancak bir de bazı olayların insanlar üzerinde vuku bulmasında insanların elleri ile yaptıkları sebebiyle olduğundan bahsedilmektedir:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Şura 42/30)

Burada kastedilen kulun kendi irade alanına giren konulardaki yapıp ettikleri ile ilgili olan işlerdir. Örneğin bir çiftçi toprağını gereği gibi işlemez ise yeterli ürün alamaz. Bir kimse evini dere yatağına yaparsa bir gün sel gelip yıkar götürür. İnsanlar evlerini sağlam yapmazlarsa en küçük bir olumsuzlukta başlarına yıkılır. Yüzme bilmeyen bir kimse suya girerse boğulur. Sağlığına dikkat etmeyen kişiler hastalanır. Trafikte gerekli kurallara uymaz ise kaza yapar, malına canına zarar verir. İnsani ilişkilerinde gereken nezaket, karşılıklı hak hukuk gibi konulara dikkat etmez ise başı belaya girer. İnsanlar havayı, suyu kirletir, ekini ve nesli bozarsa dünya yaşanmaz hale gelir. Kısaca İnsanın, insanlığın bir ömür yapıp ettikleri ile alakalı ortaya koyacağı söz sukut ve eylemlerinden dolayı takdir de görür tehditte görür, cezada alır. İşte bütün bunların sonucunda başımıza gelenlerin hepsi elimizle yaptıklarımız yüzündendir. Bu konudaki işlerin hepsi insana verilen iradenin sınırları içinde olan olaylarla ilgilidir.

Şimdi işin bir başka boyutunu daha gündeme getiren bir ayette de şöyle buyrulmaktadır:

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid 57/22)

“Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle de şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid 57/23)

Bu ayet bize neyi hatırlatıyor yâda neyin ihbarını yapıyor? Bu ayet bize kâinatta hiçbir şeyin gelişi güzel işlemediğini, her şeyin bir nizam ve düzen içinde cereyan etmek üzere yasalarının, kanunlarının ve kurallarının belirlendiğini ve bunların bir kitapta kayıt altına alındığını, kâinatta her olay, konulan bu kanunlar çerçevesinde yeri, zamanı geldiğinde devreye girerek görevini icra ettiğini bildiriyor. Yani kısaca sünnetullah ve âdetullah diye tanımladığımız yasaların işleyişini hatırlatarak kaybettiğinizde üzülmeyin verdiğimizde de şımarıp yoldan çıkmayın. Her şey bizim yasalarımıza göre işleyeceğini size baştan haber vermiştik buyuruyor.

Şimdi bunun açılımı nedir bunu anlamaya çalışalım?

Konumuz deprem olduğu için öncelikle deprem olayını ele alalım. Üzerinde yaşadığımız yer kürenin nasıl meydana getirildiğini anlatırken;

 “O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Bütün canlıları sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?”

“Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar diye.” (Enbiya 21/30-31)

“Ondan sonra da Allah yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.”(Naziat 79/30-33)

“Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (Zilzal 99/1-5)

Bu ayetler bize yer kürenin yaratılışını ve tabiatını anlatmaktadır. Güneşten kopartılmış bir parça iken soğuyup suya otlağa kavuşturulmuş ve insanın yaşayacağı bir yaşam alanına çevrilmiştir. Ancak bu yaşam alanı olan yeryüzü şiddetli bir sarsıntı ile sarsılınca bütün ağırlıklarını fırlatacağından bahsedilmektedir. İnsan yaşadığı sürece bu olaylara şahitlik ediyor. Yanar dağlardan akan lavlar yer kürenin içinde nelerin olduğunu gösteriyor. Yeni volkanların patlamasıyla oluşan basıncın nasıl dışarı atıldığını gören insan; hayretle buna ne oluyor dediğini görüyoruz. Aynen Zilzal suresinde anlatıldığı gibi…

Kapalı bir kazan misali kaynayan dünya enerjisini boşaltmak için zayıf bulduğu bir noktayı patlatarak dışarı attığı zaman bu enerinin çıktığı yeri parçaladığı gibi, belli bir coğrafyayı da bu patlamanın etkisi ile şiddetli bir şekilde sarsıyor. İşte bu sonuç bize deprem olarak yansıyor. Şiddetine göre de sonuçlar doğuruyor.

İşte bu yasa eşyaya verilen kanun “kitapta yazılıdır.” Yani Allah ezelde eşyaya bu özelliği vermiştir. O da bu özelliğini her hal ve karda icra ediyor. Aynen suyun akması, yağmurun yağması, ateşin yakması, soğuğun dondurması, havasız kalan insanın ölmesi…. gibi.

Şimdi insan bu şartlara göre baraj yapıp suya gem vurmuş. Tedbirler alarak suyu belli yollardan kanalize ederek elektrik enerjisi üretmiş… Gemiler yaparak kaldırma gücünden istifade etmiş. Ateşi kontrol ederek ısınmış, enerjiye dönüştürerek istifade etmiştir. Yağmurdan soğuktan korunmak için barınaklar yapmış giysiler edinmiştir. Aynen bunlardan korunduğu gibi depremden korunmanın da yollarını araştırmak, onun vereceği zararları en aza indirmek için çareler bulmaya da çalışacaktır. Allah insana bu aklı, beceriyi ve istidadı vermiştir. Kullanabilenler bunun mürüvvetini görürken, kullanmayanların da külfetine katlanmak zorunda kalacakları kaçınılmaz olacaktır. Bu gün depremin, toplumun başına gelen büyük bir felaketin sebebi olmasının gerekçesi budur.

Ancak bu olayın izahını Allah’ın vermiş olduğu bir felakettir yapılacak bir şey yoktur şeklinde algılamak ya da izah etmeye kalkmak doğru değildir. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi diğer doğa yasalarına karşı nasıl tedbirler alarak sel su taşkınlarının felakete dönüşmemesi için baraj, köprü, set gibi şeylerle korunma yollarına gitmişsek, depremin zararlarından korunmak için de gerekli tedbirleri alarak felaketin önüne geçebilir, zarar ve ziyanı en aza indirebilirdik. Bunu yapmamakla başımıza gelen bu felaket, “elimizin yapmadığı” tedbirler yüzünden bu hale geldiğini unutmayalım.

İşin cezalandırma boyutuna gelince; bu şeyi kendimiz için bir cezaya, azaba dönüştüren esas sebep bizzat insanın kendisidir. Nasıl mı?!

Sel yatağına ev yapan, evini fay hattına yapan, buna rağmen sağlam yapmayan insan, yüzme bilmediği halde nehre, denize göle giren insan, yaşananlardan ders almayan, aklını kullanmayan davarlar gibi davranan, elbette eliyle tehlikeye maruz kalan insan olacaktır. Rabbimiz ise:

“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Yaptığınız (işlerinizi) güzel yapın; Allah(işlerini) güzel yapanları sever.” (Bakara 2/195) buyurmuştur.

Buna rağmen işini güzel yapmayan insanların, şahsi menfaatlerini tercih ederek toplumun felaketini hazırladıkları bir gerçektir. Bunların durumu nedir? Bunların ihmallerinin bedelini bunca masum insanın ödemesini ne ile izah edeceğiz? 

Elbette hiçbir ihmalin hoş görülmesi; ne Allah tarafından ne de aklıselim sahibi insanlar tarafından mümkün değildir. Bir kötülüğün meydana gelmesinde kimin zerre kadar dahli varsa karşılığını görecek. Kimin de bir iyiliğin, hayrın meydana gelmesinde zerre kadar dahli varsa o da karşılığını görecektir. (Zilzal 99/7-8) Kimsenin yaptığı asla yanına kalmayacaktır.

İşin bu boyutu böyle olmakta birlikte bu olaylarda ölen insanların durumunu nasıl anlayacağız nasıl yorumlayacağız? Diğer bir ifadeyle bu insanların böyle topluca ölmesi konusunda Allah Teâlâ’nın takdiri iradesi nedir? 

Elbette hayatı ve ölümü takdir eden Allah Teâlâ’dır. İnsanların ölüm sebeplerini, ömrünü, öleceği yeri de takdir eden O’dur.

“…De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de (ölecekleri ) yere çıkıp gideceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.”(Ali İmran /154)

Rabbimiz gaybi konularla ilgi olarak da Lokman suresinin son ayetinde şöyle buyuruyor:

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”  (Lokman 31/34)

Bu nedenle ister toplu ister münferit ölümlere hükmeden Allah Teladır. Takdir onundur. Bunu yanında yaşamasına karar verende odur. O molozların altında 9-10 gün yaşatan ve onları sağ ve salim çıkmalarına musade eden de O’dur.  Orada onların gönüllerine sükunetini veren, adeta onlar için zamanı durduran da O’dur. Düşüne biliyor musunuz, 240 saat canlı toprak altında kafayı yemeden kalabilecek bir insanın haleti ruhiyesini?!  Anlıya biliyor musunuz, 3 günlük-10 günlük… yavruların güler yüzle toprak altından çıkmalarını? Bunların hepsi Allahın birer ayeti, mucizesi biz insanlara. Ama anlayana görebilene!..

Onların hayatlarına ve ölümlerine öyle bir takdirde bulunmuş olduğuna inanıyoruz. Sevap ve günahları ile ilgili hesapları ise yine Allaha ait olan bir durumdur. Biz onları yargılayacak değiliz. Hepsinin -hepimizin kaderi ölmektir. Onların bu sebeple ölmeleri takdir edilmiş. Böyle bir sebeple öldüler. Kimse kendi ölüm sebebini, zamanını ve yerini tayin edemez. Bizim de nasıl öleceğimizi yine Allah bilir. Bu açıdan onlar için bunu direk bir cezalandırma olarak algılamak doğru değildir diye düşünüyoruz.  Biz işin arka planını bilmiyoruz. Bilmediğimiz konuda kesin konuşmanın doğru olmadığı konusunda rabbimiz: “Bildiğiniz konuda konuşuyorsunuz da bilmediğiniz konuda ne diye konuşuyorsunuz” buyuruyor. (Ali İmran 3/66)

Kur’an da zikredilen geçmiş kavimlerin topluca yok edilişleri ile alakalı sahneler olaylar anlatılıyor. Onları dikkatle okuyup üzerinde düşünelim, anlamaya çalışalım. Birçok sorumuzun cevabını orada bulacağımıza inanıyorum.

Ancak şunu da hep birlikte düşünelim. Geçmiş kavimlerin durumu ile bizim bu günkü durumumuzu salim akıl, sakin kafa ve aklıselim ile düşünüp tarafsız bir anlayışla değerlendirelim. Dünyevileşmenin, keyfiliğin, bencilliğin, şahsi çıkarcılığın, vurgunculuğun, soygunculuğun, hırsızlığın, yolsuzluğun, arsızlığın, hak hukuk tanımazlığın, Allah, resul, kitap tanımazlığın tavan yaptığı bu dünyada; yerimizi ve konumumuzu da doğru bir anlayışla tespit etmeye çalışalım. Allah Teâlâ İman edenlere yönelik şu çağrıyı yapıyor:

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.“

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepinizi perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”(Enfal 8/24-25)

Bize hayat veren çağrılara gözümüzü, kulağımızı, gönlümüzü kapattık. Fitneye bütün antenlerimizi açıp gönül verdik. Fırsat verdik, “Emri bil mağ’rufu nehyi anil münkeri” terkettik. Nemelazımcılığı ahlak edindik. O sekiler fitne, insanı, ekini ve neslimizi bozdu. Biz seyirci kaldık. Hatta destek olduk, yaşamasına yaygınlaşmasına katkıda bulunduk. Şimdi sonuçları bizi kuşatınca yanlışımızı anladık! Ama atı alan Üsküdar’ı geçti. Fakat hala şu tipleri fark etmiyoruz:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır.”

“İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli bozmak için çalışır. Allah ise bozguncuları sevmez.”

“Ona; Allah’tan kork, denilince, gururu kendisini günaha sürükler. İşte ona cehennem yeter. Orası (kalınacak) ne kötü bir yerdir.” (Bakara 2/204-206)

Bütün bozguncular için yaşasın cehennem!..

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.