Modern dünya; hazzın dünyasıdır. Modern dünyanın hapishaneleri ve mabetleri vardır. Modern dünyanın kurucuları, köleliğe yeni bir imaj kazandırmıştır: Üretme ve tüketme.
Modern dünya, insanoğlunu kendi kendine yeten bencil bir varlığa dönüştürmüştür. Modern dünya; insana ve insanlığa karşı kurulmuş bir tuzaktır. Modern dünya, bize koşturmaca üzerine kurulu bir ruh halini dayatan bir dünyadır. Şehirleşme ile beraber koşturmaca şeklinde geçen bir ömür, hayatı statikleştiren, kalıplaştıran bir zihniyeti oluşturmaktadır. Bu insanı fıtrattan uzaklaştırmadır. Dolayısıyla fıtratta kalmak, modern dünyaya başkaldırmaktır. Yavaşlamak, özümüze bakım yapmak, sadelik ve tüketimi asgariye indirmek sivil bir itaatsizliktir, farkındalıktır.
Modernizm; ruhsal bozulmanın ve toplumsal çürümenin habercisidir. Modern zamanlar, tüketim çılgınlığıyla kölelik zincirine her gün yeni halkaların eklendiği zamanlardır.
Modern dünyayı diğer zamanlardan ayıran şey, insanlar gerçekler üzerinden değil, algılar üzerinden yönetiliyor olmasıdır. Modern dünyayı diğer zamanlardan ayıran başka bir şey, tüm insanları yönlendirebilecek araçlara her zamankinden daha fazla sahip olmasıdır.
Platon mağarada kalan insanın akıl yoluyla aydınlanmasını anlatır. Tabi ki mağarada başlayan farkındalığın mağarada çıkış ve dönüş senaryosuyla anlatılır. Bizim mağaramız kuşatılmışlıktır. Mağaraya mı sığınacağız elbette ki hayır. Hz. Peygamberin bu kıssayı okuması hicret oldu. Bizim ki kuşatılmışlığımızı fark etmek olmalı.
Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkânsızdır.
Bu alegorideki mağarayı içinde yaşadığımız toplum olarak kabul edip Ashab-ı Kehf kıssasını okuduğumuzda farkındalığımız artacaktır.
Modern dünya zindanına Ashab-ı Kehf kıssası ne söyler?
Kur’an’ın tüm ayetleri gibi Ashab-ı Kehf kıssasının tamamının günümüze bakan yönleri bulunmaktadır. Farklı ülke ve toplumların Ashab-ı Kehf’i sahiplenişleri, bu kıssanın her dönem ve bölge insanına anlatacak çok şeyinin olduğunun göstergesidir.
Ashab-ı Kehf ile ilgili günümüzde yapılan çalışmaların hemen hepsi de Kehf ehlinin yaşadığı yer, zaman, sayıları, sayıları, isimleri gibi konulara teksif edilmiş, müelliflerin kanaatleri doğrultusunda Kur’an ve tefsirden deliller çıkarılmaya çalışılmıştır. Oysa Kur’an bizzat bu gibi konularda tartışma konusu edilmesini yasaklamış, kıssaların özü ile meşgul olunup gerçek amacı dışında değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Ashab-ı Kehf kıssası içerisinde birçok mesajlar ve ilginçlikler içeren bir kıssadır. Ele aldığı konular itibariyle birçok mesajlar içerirken meydana geliş şekli ile de içerisinde birçok ilginçlikler barındırmaktadır. Kıssa hem Hz. Peygamber ve hem müminler için bir motivasyon kaynağı olmuştu. Müminler müşriklerin işkencelerinden bunalıp “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyebilecekleri bir konuma geldikleri bir dönemde nazil olarak onlara bir moral olmuştu. Ashab-ı Kehf’in başlarına gelenler ile ilk Mekkeli Müslümanların maruz kaldığı hadiseler birbirine benziyordu. Onlar da inançlarını yaşamak için zulme maruz kalmış ve en sonunda kendi memleketlerini terk ederek bir mağaraya sığınmışlardı. Belki de mağara onların çıktıkları hicret yolunda ilk duraklarıydı. Aynı şekilde Mekkeli Müslümanlarda önce Habeşistan’a daha sonra Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardı. Allah, nasıl ki Ashab-ı Kehf’i düşmanlarından korumuş ve gayelerine ulaştırmış ise kendilerini de koruyacak ve gayelerine ulaştıracaktı. Ashab-ı Kehf, şehri terk ettiklerinde kavimleri putperestti. Fakat uykudan uyanıp döndüklerinde onlar Müslüman olmuşlardı. Aynı şekilde Mekkeli müminler de kendi yurtları olan Mekke’yi terk ettiklerinde onlar da putperestti ama tekrar fetihle döndüklerinde Müslüman olmuşlardı.
“O gençler mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz, bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster.’ demişlerdi.” (Kehf 18: 10)
O gençlerde olup müslümanlarda olmayan şey farkındalıktır.
Kehf Suresi’nde temelde günümüzde popülerlik kazanmış materyalist bakış açısı hiçe sayılmakta ve güç dengelerinin asıl hâkiminin Allah olduğu teması işlenmektedir. “Zafer, maddece, sayıca çok olanda değil yardımcısı Allah olan tarafındadır.” sözü surenin birçok yerinde işlenmiştir. Bu bakımdan surenin, o zamanlar zayıf durumda olan Müslüman gruba da müşrikler karşısında asıl güçlü olan tarafın kendileri olduğunu hatırlatan teselli edici bir yönü vardır.
Onların düşüncelerini sağlamlaştırdık. Kıyam ettiklerinde: “Bizim rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz kesinlikle O’ndan başkasına ilah olarak kulluk etmeyiz. Aksini söyleyecek olursak yemin olsun ki saçmalamış oluruz.” demişlerdi. “Şunlar bizim kavmimizdir, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların ilah olduklarına dair apaçık güçlü bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kimdir?” (Kehf Suresi 18: 14-15)
Müslümanlar olarak, nüfusun çoğunlukta Müslüman olduğu topraklarda yaşamaktayız ancak maalesef kimi zaman modern putların dayatmalarına ve etki alanlarına boyun eğiyoruz. Bu put o kadar sinsidir ki size çok sıradan gelebilir. Kimi zaman bu put bir gelenek olarak ya da , “El ne der?”, sözleriyle karşımıza çıkar. Müslüman gençler olarak bu konuda basiretli olmak zorundayız. Rabbimizin emirleriyle ters düşen hiçbir dayatmayı benimsemek zorunda hissetmemeliyiz. Bu tür dayatmaların tümü modern putlardır. Rabbimiz bunlara karşı açık bir delil istemektedir. Mesela, günümüzde sade düğünler ayıp olur düşüncesiyle şaşalı törenlere çevrilmektedir. Peki, bunun için açık delilimiz nedir? Kim bize böyle bir israfı emretmektedir? Kur’an bizim ölçümüz olmak zorundadır.
Modern dünyanın karşısında dikilmezsek, modern dünyanın dikte ettiği her şeye boyun eğsek, akıbetimiz Hıristiyanların akıbeti gibi olacak. Emevi döneminin şairlerinden birisi Abdülmelik b. Mervan’ı şöyle ikaz ediyordu: “Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden/ Din de gitti dünya da gitti elimizden.”[2] Modernizm; dünyanın yırtıklarını dinden parçalar keserek yama yapmamızı bizden istemektedir.
Modern dünyanın amacı; Müslümanların eliyle Allah’ın dinini tüketmektir. Modern dünya; şehvet, şöhreti, şirk, haz ve hızı durmadan pompalıyor. Değerlerini dinlerinden kaynaklanan değerlerden almayan Müslümanların değerleri olmaz.
Modern dünya; hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukunun geçerli olduğu bir dünyadır. Böyle bir dünyada Müslüman olarak var olmak ve ayakta kalmak, Allah yolunda istikamet ve istikrar üzere azimli olmakla mümkündür. Salih amelleri ve salih arkadaşları çoğaltmayan Müslümanlar, modern dünyada ayakta kalamazlar.
Modern dünya; zihinlerin, bilgilerin, tasavvurların, tavırların, kararların olağanüstü derecede kirlendiği ve kirletildiği bir dünyadır. Böyle bir dünyada Müslüman’ın duruşu; dilenmek, özenme ve öykünmek değil; direnmek, değer üretmek ve özgün olmaktır. Müslümanlar dilenerek değil, direnerek var olurlar.
[1] Süleyman Karacelil, “Ashab-ı Kehf Kıssası Bağlamında Gençlik ve Değerler” Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 21, İstanbul 2011, s. 204.
[2] Makalatü’l Kevseri/M. Zahidü’l Kevserî, Sh: 123, Beyrut/ 1995
|