Kur’an’ın geçmiş kavimler içerisinde üzerinde en çok durduğu, kitap ehlidir. Çünkü vahiy üzerinde deneyimi olan, kendilerine gönderilen nebilere ve nebileri sonrası tutum ve davranışlarının Allah indinde makbuliyeti veya gayr-ı makbuliyetinin ifadesinin göstergeleridir. Kur’an kitap ehlini ifadelendirirken şu terkipleri kullanır, “kendilerine kitap verilenler” (Bakara 101,144, 145 Âl-i İmran 19, 20, 100, 186), “kendilerine kitap verdiklerimiz” (Bakara 121, 146) ve “kendilerine kitaptan bir pay verilenler” (Âl-i İmran 23. Nisa 44) şeklinde tanımlamaları olmakla beraber. Bir de “kendilerine ilim verilenler” (İsra 107. Hac 54) ve “senden önceki zikir ehline sor” (Enbiya 7) şeklinde bir ifadesi daha vardır ki, bununla da kitap ehlinin kastedilmiş olması muhtemeldir.
“İslâm’da çok geniş kitleleri muhatap alan, “Ehl” ve “Kitap” kelimelerinden türeyen Ehl-i Kitap terimi, Mekke döneminin sonları ile Medine döneminde inen ayetlerde olmak üzere otuz bir yerde zikredilir. Ehl-i Kitap (Ehlü’l-Kitab) lügat olarak “İlahi bir kitaba inananlar” anlamına gelir. Buna göre Müslümanlara da Ehl-i Kitap denilebilir. Ancak, Kur’an dışındaki ilahi kitaplarda yer almayan bu terkip, terim olarak Müslümanların dışındaki daha önce gönderilen din sahipleri için kullanıldığı anlaşılır…” (Remzi Kaya. KUR’AN-I KERİM’E GÖRE EHL-İ KİTAP)
Kur’an’da birçok defa geçen “musaddıken” kelimesi, bugüne kadar nasıl anlaşılmış, bu anlayış ne kadar doğrudur veya nasıl anlaşılmalıdır…?
Bu fiilin kökü S-D-K: Doğru, doğrulamak, doğruluğunu onaylamak, tasdik etmek anlamlarına gelmektedir. Bu bağlamda Kur’an’da türevleriyle birlikte yüz elli beş ayette geçmektedir. Bu bize konunun ehemmiyetini anlatması açısından yeterlidir.
Bu terkipte gelen âyetler, Allah elçilerini ve de elçilerin birbirini desteklemek genellikle de daha önce kitap verilen elçileri tasdik ve tashih etmek için (İncil için Tevrat ve Zeburu, Tevrat, Zebur ve İncil için ise Kur’an) kullanıldığı söylenebilinir. Bu konu tartışmalı olmakla beraber bize göre buradan anlaşılması gereken; sürekli ve tamamını doğrulayan değil, doğruları tasdik ederek, doğruluğunu tescilleyen anlamındadır. Şurası bir gerçek Adem as dan son nebi Muhammed as kadar bir çok Allah elçisi gelmiştir. Biz bunların tamamının tasdik ve iman edilmesi gereken hakikatler olduğunu ikrar ederiz. Yani elçilerin yeniden gönderilmesi, bozulmuş ve tahrifata uğramış dini yeniden ikame etmek, tahrifata uğramış olanları temizlemek, sağlamlarını tahkim etmek için gönderilmişlerdir.
“Sana vahyettiklerimiz haktır. Ve senden önceki kitapları doğrulayandır (musaddıken), muhakak ki, Allah kulunu gören, haberdar olandır.” (Fatır 31)
Elçilere bildirilen vahiylerde kendilerinden önce gönderilen kitapların tahrifata uğradığını, son nebiye indirilmiş olan Kur’an; ilâhî vahyin son kitabı olarak, kendisinden önceki kitapları tahrif eden zihniyetin yaptıklarını tashih edici ve yine geçmiş kitaplarda neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu tasdik edici/doğrulayıcı bir metindir. Kur’an, bize bunu şöyle haber vermektedir.
“Benden önceki, Tevrat’ı doğrulayıcı (musaddıken) olarak ve daha önce size haram kılınmış olanların bazılarını helal kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir ayetlerle geldim. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat” (Al-i İmran 50)
“Ardından, kendisinden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayıcı (musaddıken) olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içerisinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önceki Tevrat’ı doğrulayan, takva sahipleri için de yol gösterici ve öğüt olan İncil’i verdik.” (Maide 46)
Âyetlerin hem içeriğinden hem de siyak ve sibakı ile okunduğunda İsa as bahsettiğini çok rahatlıkla anlayabiliriz. Yani İsa as kendisinden önce gelen Tevrat’ı tasdik eden, onların kendi yanlarından uydurdukları “helal ve haram” saydıkları şeyleri ortadan kaldırıp dini aslına irca etmek için mücadele vermiştir.
“O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı (musaddıken) olarak indirdi. O, Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti.” (Al-i İmran 3)
Kur’an’ın, ortak kullanımıyla Ehl-i Kitap deyimi özel çerçevede Yahudiler ve Hristiyanları ifade etmekle beraber, Kur’an’da yahudiler için “yehûd veya İsrailoğulları”, hıristiyanlar için “nasârâ” kelimeleri çokça kullanılmakta. Bu deyimin diğer Kur’an’sal boyutlarını dikkate almamızı engelleyecek hiçbir âyet yoktur. Ehl-i Kitap, tevhid dinini tepliğ eden nebilerin ve dinin Kur’an’dan önceki temsilcileri ve taşıyıcılarıdır. Ehl-i Kitap; Kur’an-ı Kerim’e ait bir terim olup, kendilerine kitap verilmiş, Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaplardan birine inananlara isim olarak kullanılır. Yahudi ve Hıristiyanlarla sınırlandırılmaksızın, ilâhî bir dine inanan, Tevrat, İncil, Zebur ve İbrahim as verilen suhuf gibi bir kitaba inananlara da Kitap Ehli denilebilir. Kur’an’ın Ehl-i Kitap ile ilgili beyanları incelendiğinde bu kitlenin olumsuz tavır ve davranışlarını birkaç âyetle özetlemek gerekirse; bu topluluğun kendilerine verilen emaneti yozlaştırdıklarını (Bakara 75), elçileri öldürdüklerini (Al-i İmran 112), hatta Allah’a ortak koşmaya kadar giden (Tövbe 30), kötülükleri işlediklerini, ağızlarını eğip bükerek okudukları şeyin Allah katından sansınlar diye kulları aldatırlar (Nisa46), Allah’ın dinini ucuz pahaya satarlar (Tövbe 9), Allah’a verdikleri sözü tutmazlar (Bakara 27), Vahyi bildikleri halde bile bile hakkı gizlerler (Bakara 146), kendi elleriyle yazarlar, sonra da küçük bir dünya menfaati için: “Bu Allah tarafından gönderilmiştir!” derler (Bakara 79), “Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir”, derler (Bakara 80), din bilginlerini/rahiplerini rabler edinirler (Tövbe 31)… Kur’an bunların bozulmalarını defaatle söyler ve sık sık hatalarını düzelterek onları doğruya, insaflı olmaya, Allah’a verdikleri sözü tutmaya çağırır.
“Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetimi anımsayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Ve yalnızca, Bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara 40)
Kur’an, kitap ehlinden olan muhataplarının ellerindeki kitapları tasdik ederken, onların bu kitaplara karşı sorumlulukları konusunda ne gibi hatalar yaptıklarından hatırlatıp bahsetmesi boşa değildir. Bu durum, kitap ehline olduğu kadar İslam ümmetine de bir uyarı olmakla birlikte, Kur’an’ın önündeki kutsal kitapları tasdikinin ne anlama geldiğinin ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önemlidir. Bu bakımdan özellikle tasdike aykırı bir durum gibi görünen, Kur’an’daki kitap ehlinin kelamı tahrif etmeleri bizler için dersler niteliğindedir.
Kur’an, Ehl-i Kitap kitlelerin tümünü, Allah’ın birliği etrafında beraberliğe çağırmaktadır.
“De ki: ‘Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahid olun, biz gerçekten müslimlerdeniz.’” (Al-i İmran 64)
“Müşterek olan bir söz” diye tercüme edilen “kelimetin sevâin” tamlaması tefsirlerde, “âdilâne, dosdoğru, orta yolun ifadesi olan bir söz, adalet ve insaf ölçülerine uygun bir söz” şeklinde açıklanmaktadır. Âyetin bu tamlamaya bağlı olarak yer alan “sizinle bizim aramızda” anlamındaki “beynena ve beyneküm” kısmı âyetin devamında bu sözün ne olduğuna dair yapılan açıklama dikkate alındığında, burada müslümanlar ile aslî hüviyeti itibariyle tek Tanrı inancının savunucusu olan din mensupları arasındaki ortak ilkelerin özünün kastedildiği açıkça anlaşılır. Âyette bu ilkelerin en temel noktası “yalnız Allah’a kulluk etme” şeklinde belirtilmiştir. Fakat bu ilkenin zedelenmeden varlığını koruyabilmesi iki ön şarta bağlı sayılmıştır: a) Hiçbir şeyi Allah’a ortak saymamak, b) Allah’ın dışında hiçbir merci, kişi veya gücü rab kabul etmemek. Böylece bir taraftan Ehl-i kitap, nebilerin tebliğ faaliyetinin ortak çizgisine çağrılmakta, bir taraftan da onlara hatırlatılmış olmaktadır…” (Kur’an Yolu Tefsiri C: 1 S: 592-597)
Kur’an’ın Ehl-i Kitap olarak ifade edilen din mensuplarında, önemli temel noktalardan uzaklaşmış olmakla birlikte Allah tarafından gönderildiğine inanılan ve ilahi vahiy izleri taşıyan kitapları bulunan, Allah, resül ve ahiret inancına sahip olan din sahiplerine verilen bir isim olduğu anlaşılmaktadır. Biz Âdem as dan Muhammed as kadar gelmiş nebilerin tamamına ve onlara verilen kitaplar iman ediyor ve onlar arında ayrım yapmıyoruz. Onlara nispet edilen ve günümüze kadar gelen kitapların içerisinde bulunan doğruları da tasdik ediyoruz…
Kendilerini İslam’a tavsif edenler de bu bağlamda Ehl-i Kitap’tır. Dolaysıyla Kur’an’nın tamamını tasdik etmekle yükümlüdürler. O’zaman onun çağrısını tekrardan yapalım: “De ki: ‘Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahid olun, biz gerçekten müslimlerdeniz.’” (Al-i İmran 64)
Bu bağlamda Kitabullah karşısındaki durumumuzu tekrardan gözden geçirmeli, O’na karşı tavrımız; tahrif değil tasdik olmalıdır ki, Allah’ın gazabını üzerimize çekip hem ahirette hem dünyada rezil olanlardan olmayalım. Rabbimizin bizleri Ehl-i Kitap üzerinden bu kadar ikaz edip uyarmasına rağmen ne yazık ki, onların düşmüş olduğu yanlışlara bizler de düşmüş ve bu kötü huyların hepsine bulaşmış gibi gözükmekteyiz. Şimdi bu olumsuzlukları/tahrifleri düzeltmek ve açıklamak ise ilahi vahyin son temsilcisi olan ve Kur’an’ın “Müslim” olarak tanımladığı tevhid ehlinin imtihanı ve sorumluluğundadır… Vesselam
|