Dua, insanın Rabbi ile kurduğu en sahih, en samimi ve en doğrudan iletişim biçimidir. Kur’an-ı Kerim’de dua, müminin Allah’a olan yakınlığının ve teslimiyetinin bir göstergesi olarak ele alınır. Ancak dua sadece dileyen, isteyen bir eylem değildir; aynı zamanda bir bilinç, bir sorumluluk ve bir idrakin tezahürüdür. Kur’an perspektifinden bakıldığında, dua edenler ve dua okuyanlar arasındaki fark, iman ve ihlâs noktasında kendini gösterir.
Kur’an-ı Kerim’de dua edenler, gönülden, samimi bir şekilde Rabbine yönelerek, ihtiyaçlarını ve niyazlarını dile getirenlerdir. Bu kimseler, duanın yalnızca sözlü bir ritüel değil, bir hal olduğunu kavrayanlardır. Nitekim Araf Suresi’nde “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (Araf- 55) ayeti, duanın içtenlikle, ihlâs ile yapılması gerektiğini vurgular. Dua, müminin ruh dünyasını derinleştiren ve Allah ile arasındaki bağı kuvvetlendiren bir ibadettir. Dua edenler, sadece zorluk anlarında değil, bolluk ve refah içinde de Rabbini anan, şükreden ve O’na yönelenlerdir.
Kur’an’da peygamberlerin duaları, müminler için önemli bir rehberdir. Hz. Yunus’un balığın karnında yaptığı “Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.” (Enbiya-87) duası, pişmanlık ve Allah’a yönelişin en güzel örneklerindendir. Hz. Eyyub’un hastalık anında “Şüphesiz ki ben derde uğradım. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya – 83) şeklindeki duası, sabır ve teslimiyetin göstergesidir. Hz. İbrahim’in “Rabbim! Beni, soyumdan gelenleri namazı devamlı kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamı kabul eyle.” (İbrahim – 40) duası, nesiller boyu devam eden bir iman şuurunu ve sorumluluk bilincini taşır. Bu kıssalar, dua edenlerin samimiyetle ve içtenlikle Allah’a yönelmeleri gerektiğini vurgular.
Kur’an, duaların sadece bireysel ihtiyaçlarla sınırlı olmadığını, ümmet bilinciyle de şekillendiğini gösterir. Örneğin, Hz. Nuh’un kavmi için yaptığı “Rabbim! Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi bırakma!” (Nuh -26) duası, toplumun ıslahına yönelik bir duadır. Hz. Musa’nın “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla ve bizi rahmetinle kuşat. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A’raf -151) duası, kardeşlik ve merhamet kavramlarını içinde barındırır. Bu dualar, müminlerin sadece kendileri için değil, ümmetin tamamı için de dua etmesi gerektiğini gösterir.
Öte yandan, dua okuyanlar ifadesi, duayı sadece ezberden tekrar eden, fakat içsel bir bilinç oluşturmadan, duanın ruhuna nüfuz etmeden gerçekleştirenleri ifade eder. Bu noktada, Bakara Suresi’nde “Onların diliyle söyledikleri, kalplerinden gelen bir dua değildir.” (Bakara -78) mealinde ifade edilen durum, dua edenlerin ve dua okuyanların arasındaki temel ayrımı ortaya koymaktadır. Dua, yalnızca kelimelerle yapılan bir ibadet değildir; bilakis, samimi bir kalbin, içten bir yönelişin ve teslimiyetin göstergesidir. Allah, bilinçsizce tekrar edilen sözlerden ziyade, derin bir imanla yapılan duaları kabul eder.
Kur’an’ın birçok ayetinde dua, bir ibadet olarak sunulur ve Allah’a olan yakınlığın en belirgin nişanelerinden biri olarak gösterilir: “Kullarım sana beni sorduğunda, bilsinler ki ben çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm.” (Bakara -186). Bu ayet, dua edenlerin, yani samimiyetle Rabbine yönelenlerin mükafatlandırılacağını açıkça belirtir. Aynı zamanda bu ayet, Allah’ın kuluna yakınlığını, onun her an duasına icabet edebileceğini ve müminin yalnız olmadığını gösteren bir rahmet vesikasıdır. Dua, kulun sadece taleplerini ilettiği bir alan değildir; aynı zamanda bir farkındalık, bir teslimiyet ve kulluğun en derin tezahürüdür.
Dua edenler ve dua okuyanlar arasındaki fark, modern toplumda da kendini göstermektedir. Günümüz insanı, kimi zaman duaları bir alışkanlık haline getirmiş, bilinçsizce tekrar edilen cümlelere indirgemiştir. Oysa dua, sadece dille söylenen kelimelerden ibaret değildir. Dua, kulun haliyle, yaşantısıyla ve niyetiyle şekillenir. İhlâs ve samimiyet, duanın kabulünde en temel unsurlar olarak öne çıkar. Bu noktada, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dualarındaki içtenlik ve yalvarış hali, bizler için en güzel örnektir. O’nun dualarında, yalnızca kelimeler değil, derin bir teslimiyet ve kulluk bilinci gizlidir. “Allah’ım! Kalbimi nur kıl, dilimi nur kıl, gözümü nur kıl ve beni her türlü kötülükten uzak eyle.” şeklindeki duası, içsel aydınlanmayı ve Allah’a yönelişi gösterir.
Kur’an perspektifinden bakıldığında, dua kavramı, sadece bir seremoniden ibaret değildir. Müslümanın, dua ederken aynı zamanda Kur’ani bir bilinçle hareket etmesi gerektiği, dua etmenin bir fiiliyatla desteklenmesi gerektiği açıkça görülmektedir. Zira sadece sözle yapılan dualar, hayatın içinde bir karşılık bulmadığında, yalnızca bir ritüel olarak kalmaya mahkûm olur. Kur’an, duayı bir sorumluluk bilinciyle ele almayı ve dua eden kimsenin, duasına uygun bir yaşantı sürmesini öğütler. Neml Suresi’nde geçen “O, yalvaran kişinin duasına icabet edendir.” (Neml – 62) ayeti, sadece sözlü bir ritüeli değil, samimi bir yönelişi ifade eder.
Sonuç olarak, dua edenler, Rabbine kalpten yönelen, halini ve yaşayışını duaya uygun kılan kimselerdir. Dua okuyanlar ise, bu eylemi sadece bir tekrar olarak gören, fakat dua bilincinden yoksun kalan bireylerdir. O halde bizlere düşen, duayı bir bilinçle, bir şuurla ve samimiyetle eda etmektir. Kur’an’ın mesajı da bizleri, dua edenler safına katılmaya çağırmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzab -41-42). Gerçek bir müminin duası, dilde kalmayıp, ruhuna nüfuz eden ve hayatına yön veren bir ibadet olmalıdır. Ancak o zaman, dua edenlerden olma şerefine erişebiliriz. Aksi halde yaptığımız davranış kalıplaşmış ve klişeleşmiş bir takım sözleri tekrar etmekten öteye gitmeyecektir. Başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.
|