Bir dini veya bir düşünceyi kabul etmek veya ret etmek insanoğluna ait bir özelliktir. İnsanoğlu bu tür düşünceleri ya gönüllü olarak kabul eder ya da kabul etmiş olarak görüne bilir. Ya da açıkça inkâr edip karşı durur. Allah katında kabul görecek olan davranış ise Allah tarafından Cebrail isimli meleği aracılığıyla elçilerine göndermiş olduklarını gönüllü olarak kabul etmektir. Tıp kı İbrahim peygamber gibi: “Hani rabbi İbrahim’e “Teslim ol!” demişti; İbrahim’de “Âlemlerin rabbine teslim oldum. Cevabını vermişti.” ( Bakara-131) Yüce Kuran insanoğlu için hem bu dünya da hem de ahirette kendisini kurtaracak örnekler ile onun yaşamını kolaylaştırmıştır. Bu ayette Hz. İbrahim (as) ın verdiği o muhteşem cevap, bir Müslim ve Müslime’nin duruşunun nasıl olması gerektiğinin açık ve anlaşılır bir örneğini oluşturmaktadır. Kime niçin ve neye teslim olunması hususu da Rabbimiz tarafından açıklanarak Allahtan başkalarına teslim olmanın yolu veya yolları da tamamen kapanmış olmaktadır. Şöyle ki: “ Ben Hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim. Ve ben kesinlikle müşriklerden değilim.” (En’am -79)
Allah en doğrusunu bilir ama Bura da sözü edilen teslimiyetin ihlaslı bir şekilde dini Yüce Allah’a has kılmak ve bu şekilde istikamet üzere kalmak şeklinde bir emir olduğu da beyan edilmektedir. Hz. İbrahim kendisinden istenileni hakkıyla yerine getirmiş ve ihlaslı bir şekilde bütün benliğini âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a teslim etmiştir. Bu teslimiyet sadece sözde kalan bir teslimiyet olmayıp: Tam aksine Allah tarafından gönderilen ve yaşanılan hayatın kuralları haline getirilmesi istenilen dininin ciddiye alınıp o yüce buyruklara itaat etmek ve boyun eğmek olduğu çok açık olarak anlaşılmaktadır.
Allah tarafından gönderilen emir ve yasaklara ilk teslim olup iman eden insanlar yine bu emirlere muhatap olan elçileri olmuşlardır. Bu da bizlere elçiler neye ve nasıl teslim olmuşlar ise bizim de aynı yolu takip etmemizi zorunlu kılmaktadır. Aksi bir duruş ve teslimiyet bizi hüsrana götürür: “ İbrahim şöyle dedi: “Allah’ın hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin ilkiyim (öncüsüyüm)” ( En’am -163) Bu ayette ve başka ayetlerde bir Müslim duruşunun nasıl olması gerektiğine dikkat çekilmekte, bu doğrultuda hayatın tamamını kapsayacak şekilde bir duyarlılık ve hassasiyet (takva) benimsemeleri gerektiğini beyan buyurmaktadır.
İlk yaratılış ile başlayan teslim olmak veya olmamak hususunun örneklerini Yüce Kuran’da fazlasıyla görmek mümkündür. Hz. Âdem As. Teslim olan tarafın temsilcisi iken karşı blokta yer alan Şeytan ise karşı çıkışın örneklerini oluşturmaktadır. Allah yaratığı ve irade verdiği hiç bir varlığı kendisine iman etmek hususunda asla zorlamamıştır. Kabul ve ret konusunu tamamen onun tercihine bırakmıştır: “ Şüphesiz ki biz insana iki yol gösterdik. Ya şükredici olur ya da nankör(inkâr edip kafir olur.) ( İnsan – 3)
Verilen bir sözün veya ortaya konan bir görüşün değer ifade ede bilmesi için kişinin kendi hür iradesi ile yapmış olması başta gelen bir şarttır. Zorla imanedilmiş olmayacağı gibi zorla inkâr kafir de olunmaz. Bu hususu görmemezlikten gelen her anlayış sadece toplumda münafıkların çoğalmasını sağlar. İslam kendisini gönüllü olarak kabul eden ve Müslim sıfatını kazanan her inanmıştan bu düşüncesini iktidar diğer bir ifadeyle devlet haline getirmesini ondan kesin bir emirle istemektedir. İnancının devletini kurmak bir inanmış için diğer farzlar gibi bir farz olup kesinlikle ihmal edilmemelidir. İnsanlık tarihinin birçok döneminde İslam bizzat otorite yani devlet olarak varlığını sürdürmüştür. Yüce Kuranda birçok elçinin aynı zamanda devlet başkanları özelliklerini de taşıdıklarını yani devlet kurup hayata hükmettiklerini biliyoruz. Süleyman Peygamber, Davut Peygamber ve son Elçi Muhammed (as. )Şu anda aklımıza gelen örneklerdir. Bu örneklerin sayısını artırmak elbette mümkündür.
Son elçi Hz. Muhammed( As)’ın Medine’de kurmuş olduğu devletini küçümseyerek “Muhammed Medine ‘de devleti kucağın da buldu. O devlet filan kurmadı” diyerek içerisin de yaşadıkları demokratik, sekiler, kapitalist aynı zamanda bütün bir insanlığa kan gözyaşı ve zulümden başka bir şey vermeyen gayri İslam’ı rejimlere destek olanların amaçlarını anlamak daha anlaşılır olmaktadır.
Evet!
Kesin olarak biliyor ve iddia ediyoruz ki İslam tarihin belirli dönemlerinde devlet olmuş ve farklı insan gruplarına hükmetmiştir. Bu hükmetme tamamen insanın hür iradesine bırakılmış olup savaş hali dışında insanlar kimi zaman İslam’ın davetine kimi zamanda onun kuvvetine teslim olmuşlardır. Gerek Hz. Muhammed dönemin de gerek ise ondan sonraki yapılan fetih hareketlerinde fethedilen ülke halkları inançları hususun da hiçbir zorlamaya tabi tutulmamış dileyen yeni dini kabul edip Müslimlerden olur iken bir kısmı da eski dinleri üzere kalarak İslam’ın davetine değil kuvvetine teslim olmuşlardır. Bu insanların can ve mal güvenliği garanti altına alınmış olup kalan ömürlerini huzur içerisinde geçirmişlerdir. Kendi adlarına verilen bu hizmetlere karşılık cizye ismi ile merkezi otoriteye vergi ödemişlerdir.
İslam öncelikle insanların ölüsüne değil dirisine yaşayanına talip olmuştur. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın prensibinden hareket ederek her insanı ileride bir gün İslam’ı kabul edecek zengin bir rezerv olarak görüp ona öyle yaklaşır. İnsanları öldürerek değil tam aksine yaşatarak temsil ettiğiniz davayı yücelte bilirsiniz. İslam kişi merkezli olarak temsil edildiği Mekke döneminde de devlet olup güç olduğu Medine döneminde de hedefine insan öldürmeyi birinci ve öncelikli hedefi haline getirmemiştir. O muhataplarına düşünmeyi, akletmeyi sonrada iman etmeyi tavsiye etmiştir.
Yüce Kuran da şöyle buyurulmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Elbette doğru yanlıştan ayrılmıştır. Kim tağutu ( Şeytan ve Şeytani olan ve Allah’ın koyduğu ilkeleri uygulana bilir bulmayan ve belirli bir zaman dilimine özel kılan sistem veya ideoloji) reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan en sağlam kulp olan Kuran’a yapışmış demektir. Allah duyandır, bilendir.” (Bakara-256)
Yasak olan bir insanı herhangi bir konuda istemediği veya kabul etmediği bir fikri veya düşünceyi bir davranışı ona zorla yaptırmaya çalışmaktır. Zorladığınız insanın Müslüman veya inkar eden birisi olması hiç fark etmez. Yasak olan tiksindirici, nefret ettirici, insan kişi ve karakterini ve kendi iradesi ile karar vermesini ortadan kaldıran ve karşısındaki insanın yok sayıldığı her türlü davranışı içerisine almaktadır. Ancak bu gerçek dinde yerine getirilmesi gereken zorunlulukların olmadığı anlamına gelmemektedir. Zira bir dini veya bir ideolojiyi kabul ettiğini açıkça ilan eden birisinin kabul ettiği dinin kurallarını yok sayarak yaşaması aslında o dini ciddiye almadığının da bir göstergesidir. Kabul ettiğiniz düşüncenize zarar verecek her türlü davranıştan uzak durmanın sizlerin o düşünceyi kabul etmiş olmanızın bir gereğidir. İnsanlık tarihi kadar eski olan davet ve kuvvet ilişkisi bu gün de devam etmektedir. Yüce Kuran’da her iki konuda da bizler için gerekli olan örneklere fazlasıyla rastlamak elbette mümkündür. Süleyman peygamberin gönderdiği davet çağrısına katılan Belkıs hanımefendinin ortaya koyduğu aklıselim ve örnek davranışı. Ayrıca son elçi Hz. Muhammedin o gün itibariyle ulaşa bileceği etraf devlet başkanlarına gönderdiği İslam’a davet mektupları bu konunun örneklerinden bazıları.
Ancak bizim sizlerle paylaşmak istediğimiz iki örnek vardır ki, bunlardan birisi davete tam icabet yani tereddütsüz, şeksiz ve şüphesiz teslimiyetin örneğini oluşturan Sihirbazların davranışları bir diğeri ise Bedevilerin teslim olup imanın itikat haline dönüştürülmediği örnek oluşturmaktadır. Önce Bedeviler ile ilgili ayet mealini sizler ile paylaşarak ne demek istediğimizi anlamaya ve anlatmaya çalışalım.
Son elçi hayatta iken meydana gelmiş olan olayı yüce Kuran şöyle bildirmektedir. “ Bedeviler göçebe Araplar “ ” İman ettik!” dediler. Deki: “ Siz henüz iman etmediniz ama “Teslim olduk! Deyin! Çünkü İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Allah’a ve elçisine itaat ederseniz Allah işlediklerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.” Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” ( Hucurat-14) Bu ayetin şu kabile veya kavme inmiş olması bizim esas konumuz olmayıp bu günde söz de İslam’a teslim olup ancak tam olarak iman etmeyen herkesin bu ayetin muhatabı olduğunu hatırlatmaktır. Zira iman sözle değil, kalple ve eylemler ile gerçekleşir. Bu yüzden ilgili insanların mümin değil de boyun eğen, teslim olan kişiler olduğunu kalplerine henüz imanın girmediğini belirtmektedir.
Bu örnek tarihin her döneminde bu tür insan topluluklarının olabileceğinin de bir göstergesidir. Allah’ın dini İslam’a teslim olması gerekenler İslam dışı ve insan aklının ürünleri olan yönetim biçimleri, sistem ve ideolojilere teslim olup yaşarlarken kendilerini Müslüman zannedip yaşamalarının hazzını sınırsız bir şekilde de yaşamaktadırlar. İslam’ın tamamına teslim olmayıp sadece gülük, haftalık ve yılda bir kez yapılan ibadet boyutunu önemseyip! Onun hukukunu, helalını haramını siyasetini hafife almak bilelim ki kişiyi İslam dairesin de tutmaya yetmemektedir. İnanıp itikadı haline getirdikleri esasları ciddiye almayıp hayatının kuralları haline getirmeyen kişi veya kişilerin sıratı müstakim üzere uzun süre hayatlarını devam ettirmeleri mümkün değildir.
Şimdi de İslam’ın kuvvetine değil davetine muhatap olup gerçekleri görüp fark eden ve hemen peşinden de iman eden Sihirbazların o şahsiyetli, aynı zaman da vakur duruşlarından bahsedelim. Konunun bütün detaylarını vermemiz malumunuz bu yazının kapasitesini aşar. Sizler ile sadece ilgili bölümü paylaşarak yazıma devam etmek istiyorum.
Allah’ın bütün elçileri insanları sadece Allah’a çağıran birer davetçileridir. Allah hepsinden razı olmuştur bizlerden de razı olmasının şartı o elçilerin ahlakı ile ahlaklanmak ve onlar gibi birer davetçi olmaktan geçmektedir. Yüce Kuran’ın dörtte üçünü oluşturan ve bizlerden önce yaşayan toplumların hallerinden bahseden ayetlerin amacı bizlerinde onların yaptıkları hataları tekrar edip aynı sonuçla karşılaşmamamız içindir. Hz. Musa (as) daha önce yaşadığı topluma belirli bir süreden sonra Allah’ın elçisi olarak dönünce karşı blokta yer alan Firavun elçiyi hafife alıp önemsiz görerek ondan bir çırpıda kurtulacağını zannetmişti. Fakat mesele çok ciddi olup öyle basite alınacak gibi değildi. Firavunun yaşadığı dönemde iktidarını sürdürmesine yardımcı olup olanları aslından başka gösteren ve insanların akıl tutulması yaşamalarına sebep olan ve Sihirbazlar olarak adlandırılan bir kurum da var. Firavun Musa peygamberin bir yalancı ve Sihirbaz olduğunu iddia ederek kendi döneminde sihirleriyle ün salan adamlarını toplar ve Musa ile onları yarıştırır. Bundan sonrasını yüce Kuran’dan dinleyelim:
“ Büyücüler “Ey Musa, asayı önce sen mi atacaksın ya da atanlar biz mi olalım” demişlerdi. Musa “Siz atın!” demişti. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülemiş onları korkutmuş ve zanlarınca büyük bir büyü göstermişlerdi. Bunun üzerine Musa’ya “Şimdi de asanı sen yere at” diye vah yetmiştik. Bir de ne görsünler, Musan’ın asası onların uydurduklarını yutuyordu. Böylece gerçek orta çıkmış ve onların yapmakta olduğu şeyler de yok olup gitmişti. Orada kendilerini küçük düşüren bir yenilgiye uğramışlardı. Büyücüler hemen secdeye kapanmışlardı. Büyücüler “Âlemleri rabbine, yani Musa ve Harun’un Rabbine inanıp güvendik” demişlerdi.” ( Araf- 115 ile 121. Ayetler arası)
Doğru sözü işitip teslim olanlara müjdeler olsun emri tam olarak ta burada cereyan etmiş olmaktadır. İman edenlerin en önemli özelliklerinden birisi, de hiçbir zorbaya ve kaba kuvvete teslim olmamalarıdır. Onlar bütün gücün ve kuvvetin kendilerini yaratan Allah’a ait olduğunu bilerek sadece ona teslim olurlar. Sihirbazlar tam da böyle yapmışlardır ve hemen peşinden de şahadete yürüyüp rablerine teslim olmuşlardır.
Halkı Müslüman olan günümüz coğrafyası Allah’ın gücüne teslim olmaları gerekir iken ne yazık ki Allah ve onun düşmanlarının kartondan yapılan sahte güç ve otoritelerine teslim olmuşlardır. Bu da onların hayattan koparılıp hayatın dışına atılmalarına sebep olmuştur. Unutmayalım ki gücün kaynağı Allah ve onun kanunları ise bu güce teslim olmak iman edenler için bir zorunluluktur. Günümüz dünyası güçlü! Olanın haklı olduğu bir zaman dilimini bütün insanlığa yaşatmaktadır. Bu gün kaba ve sahte gücün temsilcisi olan ABD! Ve yandaşları şeytan ve dostlarından almış oldukları kaba ve sahte güçlerini halkı Müslüman olan coğrafyada hak hukuk tanımadan insafsızca acımadan uygulamaya devam etmektedirler. Sözüm ona son iki yüz yılın en büyük yalanı olan demokrasi! Ninnisiyle coğrafya halkını uyutmaya devam etmektedirler. Bu koca yalana kanan Müslüman halkın ise uyanacağına dair en ufak bir emare bile ne yazık ki yoktur. Sahi kırk yıl önce ilkokuldaki birinci sınıf alfabemiz: “Ali yat yat uyu” diye başlıyordu. Sanırım benim gibi sizlerde hatırladınız. Kuran’ın davetiyle uyup ona teslim olanlara müjdeler olsun. Başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.
|